4-Mustafa KANTARCI (GÖZLEM)

4-Mustafa KANTARCI (GÖZLEM)

ÖNYARGI VE AYRIMCILIK

                     
             Türk toplumu, farklılıklar içinde birlikte yaşamayı, asırların deneyimiyle, kendi kültür kaynaklarının telkinleriyle özümlemiştir. çeşitli ideolojilerin ve siyasetin, neden olduğu kutuplaşmalar, belki her şeyden çok, toplum içinde yaygın, “HOŞGöRü”  sayesinde pekâlâ denetim altına alınabilir.
                Son yıllarda, kutuplaşmalarda, dinin, odak noktası olarak alınması, kaygı vericidir.  Radikal kesimler, ya da yaygınlaşmış olan laikçi tavır zıtlaşması. Dinsel ve etnik önyargı ve nefreti artırdı. Bu, arzu edilen bir gelişme değildir.
           Nitekim eski CİA Başkanı George J. Tenet’ “ Nerde koas varsa,  bil ki arakasında “DİNSEL”  ve “ETNİK”  nefret veya önyargı vardır.” demiştir.
         İşte Irak ve Suriye!      
        Türkiye Cumhuriyeti, laik bir devlettir. Bu laiklik, gerçek Müslümanlara hiçbir engel, hiçbir yasak getirmemiştir. Hatta İslamcı partilere, yayınlara, tutumlara, belki de gereğinden fazla özgürlükler tanınmıştır. FETö bu özgürlüğü kullanarak, darbe yapmak istemiştir.
         Ayrıca Türkiye’de, herkes cami merkezli, ibadet yapmıyor. Kilise, Havra, Sinagog ve Cemevi merkezli, ibadet yapanlarda var. O nedenle de Türk halkı, ülkemizde, huzuru taksisi etmek istiyorsa, “LAİK DEVLETE” sahip çıkmak, üzerine düşeni de eksiksiz yerine getirmek zorundadır. çünkü demokrasi, barış, huzurun ve özgürlüğün olmazsa olmaz ilkesi laikliktir.
          “LAİKLİK” asla dinsizlik değildir. Bilakis inançlara özgürlüktür.
            öte yandan hem değişim isteyip, hem de resmi ideolojinin laiklik anlayışını, “İşte laiklik budur’ diye savunamayız. Resmi ideolojinin ve onu uygulayan kurumların, İslam’la birlikte yaşama konusunda, bir alıp vermediklerinin bulunmaması gerekir. Yurttaşların tek başlarına veya birlikte din ve vicdan hürriyetlerini, bir kısıtlama ve engelleme olmadan kullanabilmesi sağlanmalıdır.
            Diğer yandan İslam’ı, rejimi tehdit eden bir unsur diye kabulüne dayalı katı bir anlayıştan söz etmek, gerçekleri bile bile yadsımaktır. çünkü ülkemizde, böyle bir görüş, böyle bir tutum yoktur, olmamıştır.
            Şu bir gerçek ki, Pozitivisler ve ondan esinlenen, bütün felsefi- siyasi akımlar, dinin modernleşmeyle birlikte, toplumun ve insanın hayatından uzaklaşacağını sandılar. Oysa içinde bulunduğumuz çağda,  görünen dinin, ne insanların, anlam dünyasındaki, ne de toplumsal yaşamdaki yerini yitirmediği; aksine oldukça güçlü bir şekilde geri geldiğidir.
           Modernleşmenin, ne de yasakların, dini vicdanlardan ve toplumsal ilişkilerden arındıramadığı da ortada. Düşünce ve ifade özgürlüğü veya inanç ve ibadet özgürlüğü de inanan demokratların, radikal İslamcılara olduğu kadar, laikçi bağnazlara karşı da tavır almaları gerektiğini, belki giderek daha iyi anlıyoruz.
             Oysa ülkemizde,"Müslümanlık ve çağdaşlık", "Atatürkçülük ve Müslümanlık", "Müslümanlık ve laiklik", ne birbirine aykırı, ne de karşı kavramlardır.
             Nitekim Milli Eğitim Bakanlarımızdan Rahmetli Avni Akyol: " Hem Müslüman, hem çağdaşlık; hem Müslüman, hem laik; hem Müslüman, hem Atatürkçü; hem Müslüman hem de medeni; ileri ve yenilikçi; hem Müslüman, hem de milliyetçi olabiliriz ve olmalıyız" demiştir.          
            Ayrıca Kuran-ı kerim’ deki hoşgörü, af, bağış ve barış buyruklarını, Peygamberimizin  “dostluk ve dayanışma” çağrılarını, görmemezlikten gelerek,  bazı kesimler, kendi düşüncelerini, inanç dünyasına hâkim kılmak istemesi, dikkat çekicidir.
          öte yandan, Peygamberimizin, en güzel hadislerinden biri der ki,” Ey Müslümanlar, namazdan, oruçtan, zekâttan, hacdan, daha iyi olan nedir, bilir misiniz? Düşmanlığı ortadan kaldırmaktır.” buyurmuştur.
           Atatürk’ ün, fikir ve düşünceleri, İslam dini hakkındaki görüşleri ve ülkemize layık gördüğü özgürlükçü demokrasi, inananlar ve inanmayanlar için de, en büyük güvencedir. İslam âleminin, en geniş inanç özgürlüğü, eksik demokrasimizde mevcuttur. Ne mutlu ki her türlü senaryolara rağmen, bunun kıymetini bilenlerimiz çoğunluktadır.
               Atatürk, hutbenin halkı genel durumdan, haber etmesi bakımından, son derece ehemmiyetli olduğunu, hutbenin halkın anlayacağı bir dille olmasını gerektiğini de ifade etmiş ve 7 Şubat 1923’te Balıkesir Paşa Camisi’ nde bir konuşma yapmış, hutbe vermiştir.
               Bu Hutbede ATATüRK, “   Camilerin, mukaddes minberleri, halkın ruhi, ahlaki gıdalarına, en yüksek, en verimli kaynaklar olarak görmüş ve “  Minberlerden halkın anlayabileceği dille, ruh ve beyne hitap olunmakla, Müslümanların, vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur “ demiştir.
              ATATüRK, dinin, siyasete ve çıkarlara,  alet edilmesine de şiddetle karşı çıkmıştır. Ve “  Türk toplumunu yanlış yola sevk edenlerin, din perdesine bürünerek,  saf ve temiz halkımızı,  hep din kuralları sözleriyle, aldata gelmişlerdir.”uyarısında bulunmuştur




















Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4-Mustafa KANTARCI (GÖZLEM) Arşivi