“Bir araya gelemiyoruz”

Ne yazık ki, toplum olarak bazı kavramları anlamakta güçlük çekiyoruz. Her şeyin padişaha ait olduğu bir patrimonyal (pederşahi, ataerkil) sistem gelenekten gelmemize rağmen yine de kamusal alanın bireysel ‘mülk’ haline getirilmeye çalışılmasını anlamak mümkün değil. Sivil toplum anlayışı ile erke dayalı statüko arasında –yerleşik düzene geçişimizden bu yana çözülememiş– esastan bir çelişki var.

Bu “Küçük olsun, benim olsun” ya da “Bende olmayan başkasında da olmasın” anlayışı, Osmanlı’nın son dönemlerinde gelişen entrikacı, hizipçi ve komitacı zihniyetin bir eseri… İstediğimiz kadar toplumsal barış ve uzlaşma, ortak payda gibi kavramları yerleştirmeye çalışsak bile; bazı zamanla kalkerleşmiş zihinler bunları anlamakta zorluk çekiyor.

Bilindiği gibi; kabaca toplumu, devlet ve sivil toplum olarak iki parçaya ayırıyoruz. Pek çok farklı devlet anlayışı olduğu gibi, sivil toplum konusunda da farklı kavrayışlar var. Örneğin ‘dernekçilik’ görünümünde olan bir sivil toplum anlayışı var. Dernekli bir ekosistem için çalışan bir sivil toplum kavrayışı mevcut…

Piyasa olgusu ile sivil toplum alanını iç içe geçiren bir başka sivil toplum anlayışını görmek mümkün… Sivil toplumun müzakereci ve katılımcı anlayışı temsil ettiği kamusal alancı bir başka tür var. Son olarak bir başka sivil toplum algısı ise çevre, toplumsal cinsiyet veya insan hakları gibi alanlardaki yeni türden sosyal hareketlerdir.

Tüm bu sivil toplum algı türlerinde ortak olan yan, sivil toplum adı verilen alanın kamusal olma niteliğidir. Bir diğer ortak özellik ise siyasal iktidar mücadelesinin sivil toplum alanı dışında bırakılmasıdır. Bu nedenle siyasal yandaşlık ve buna dayalı iktidar mücadelesi anlayışı, sivil toplumun dışında kalır. Bu anlamda siyaset, politik toplum alanının yani devletin bulunduğu alanın işidir.

Siyasal iktidar mücadelesini ve bu anlamdaki kategorileştirmeyi sivil toplum alanına taşımak, daha baştan devlet ve sivil toplum arasındaki ayrımı ortadan kaldırır ve kamusal olanı da siyasal hale getirir. Dolayısıyla siyasetin hastalıkları ve arızaları, sivil toplum alanına taşınmış olur.

Bir örnek vereyim. Örneğin yerel yönetimler, her ne kadar sivil toplumla ilişkileri olsa da; politik toplumun –yani devletin yer aldığı toplum bölümünün– bir parçasıdır. Eğer bir yerel yönetim, sivil toplum kuruluşları ile iletişiminde ve ilişkilerinde siyasal olarak ‘bizden ve öteki’ ayrımı yapıyorsa; siyasal olanı, sivil alana taşıyor demektir. Örneğin bir sivil toplum faaliyetini organize edenler sadece kendi siyasal yandaşlarının etkinlikte yer almasını sağlıyorlarsa, sonuçta sivil toplum kuruluşlarının uğruna savaştığı her türlü ayrımcılığa karşı olma ilkesini ihlal ediyorlar demektir.

Bu ayrımcılığın en ‘seçkin’ örneklerini siyasal partilerin kendilerine yakın bulup destekledikleri örgütler konusunda görüyoruz. Bu nedenle adeta her politik partinin kendi sivil toplum kuruluşları var. Siyasetle sivil toplumun bu anlamdaki iç içe geçişi önlenmedikçe ülkemizde yurttaş hareketinin yükselmesi ve sivil toplumcu sosyal hareketlerin gerçek hedefine ulaşması mümkün olamaz. Asla unutmamamız gereken nokta, sivil toplumun öncelikle ve tartışılmaz biçimde ortak ve paylaşılabilir bir kamusal alan olduğudur.

Yukarıda anlattıklarımdan siyasetle ile sivil toplum alanları arasında bir etkileşim olmayacağı anlamı çıkarılmamalıdır. Özellikle sivil toplum hareketlerinin hedeflerinden birisi, siyasal toplumu yani devleti etkilemektir. Ama sivil toplum, siyaset tarafından ayrıştırılmaya, yönetilmeye ve denetlenmeye başlandığında, bundan hayırlı bir sonuç almak mümkün değildir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi