Seda Kağıtcı
Büyük şehirlerde yaşamak...
Bir zamanlar “Fırsatların adresi” denirdi büyük şehirlere… İş bulmanın, kariyer yapmanın, iyi okullara gitmenin, sosyal hayatın merkeziydi. Ama artık tablo değişti. Büyük şehirlerde yaşamak neredeyse bir işkenceye dönüştü pek çok insan için.
Sabahın köründe başlayan trafik çilesi, akşam eve dönüşte bitmeyen stres…
Bir yere yetişmek için yola çıkan insan, saatlerce direksiyon başında ömründen ömür veriyor. Yollar tıklım tıklım, toplu taşıma balık istifi… Bir zamanlar "Şehirde yaşamak ayrıcalıktır" denirdi, şimdi “Nasıl dayanıyorsun?” diye soruluyor.
Barınma krizi de cabası tabi. Ev kiraları adeta uçmuş durumda, satılık daire almak hayâl olmuş.
Asgari ücretle geçinen birinin şehir merkezinde yaşaması artık neredeyse imkânsız hale geldi. Bu yüzden pek çok insan şehir merkezinden uzak mahallelere, hatta çevre ilçelere taşınmak zorunda kalıyor. Ama orada da ulaşım masrafları ve zaman kaybı ayrı bir yük tabi.
Bir şekilde ev bulanlar için ise bu kez başka bir dert başlıyor: Doğalgaz, elektrik, su, aidat derken giderler katlanıyor. Kış gelmeden ısınma telaşı başlıyor, kombiyi açmaya çekinir hale geliyor insanlar. Bir evi yuva yapan sıcaklık bile artık faturalara bakınca insanı ürkütüyor. Çünkü rakamlar her ay cep yakıyor. Ay dediğin de göz açıp kapayıncaya kadar geliveriyor.
Büyük şehirler artık insanı yoran, huzurunu kaçıran, tedirgin eden, nefes aldırmayan beton yığınlarına dönüştü. Parklar azaldı, yeşil alanlar binaların gölgesinde adeta kayboldu. İnsanların yüzünde sabırsızlık, ses tonlarında öfke birikti.
Trafikte bir korna sesi, markette bir sıra tartışması, toplu taşımada bir bakış bile patlamaya hazır sinirlerin yansıması haline geldi.
Kısacası büyük şehirlerde yaşamak artık bir tercih değil, mecburiyet... Çünkü iş burada, okul burada, hastane burada… Ama huzur? O maalesef çok uzaklarda kaldı.
Belki de artık şu soruyu sormanın zamanı geldi. Gerçekten yaşamak için mi büyük şehirlerdeyiz, yoksa sadece idare etmek için mi?