
Gürcan Banger
Değişerek aynılaşan kentler
20’nci yüzyılın son çeyreği, üretime ilişkin teknolojik sorunların aşıldığı ve üretimin genel anlamda darboğaz yaratan bir problem olmaktan çıktığı bir dönemdir. Günümüzde üretim sorunlarının yerini, pazarlama ve satışta yaşanan rekabet sorunları aldı. Bugün işletmeler bir mal veya hizmeti üretmekten daha çok, onu satabilmek ve rekabetçi piyasalarda ayakta kalabilmek çabası içindeler. Mal ve hizmetin kolaylıkla üretilebildiği bu dünyada bilişim, iletişim ve lojistikteki gelişmeler sayesinde müşteri açısından ürüne, fiyat ve tedarik bilgisine ulaşmak da kolaylaştı.
Kırlar, tarımsal üretimin alanlarıdır. Kentler ise tarihte sınaî üretimde öne geçişleri ile ayırt edilmişlerdir. Fakat yukarıda sözünü ettiğim mal ve hizmet üretimindeki patlama, kentleri tüketim mekânları haline dönüştürdü. Bu süreçte kentlerin üretim merkezleri olmaktan daha çok, –alışveriş merkezleri gibi örnekler ile– tüketim alanları haline dönüştüğünü gözlüyoruz. Ekonomileri ve sosyal yapılanmaları güçlü olan kentler, küreselleşmenin kenti sanal bir tüketim dünyası haline dönüştürmesini engellerken; iç dinamikleri gelişmemiş, zayıf yapılı kentler bu rüzgârlara direnmekte zorlanmaktadır.
Küreselleşmenin en sevimsiz görünümlerinden biri; kentleri aynı mekânsal görünüm, aynı yapım malzemesi ve aynı kültürel doku ile doldurmasıdır. Herhangi bir kentin merkezine gittiğinizde; çevrenizi saran küresel markaların veya her yöndeki aynı görünüme sahip mağazaların etkisiyle hangi kentte olduğunuzu bile şaşırabiliyorsunuz. Sonuçta, bir kenti diğerlerinden ayıran en önemli özellikler yok oluyor ve bir kentsel kimliksizleşme başlıyor.
Vatandaşların yaşadıkları çevreye yabancılaştıkları, kimliksiz bir kentte mutlu olabileceklerini düşünmek bir hayalden fazla bir şey değildir. Özetle; eğer bir kent yöneticisi için başarı söz konusu olacaksa, marifet, bir kenti diğerleri ile aynılaştırmakta değil, aksine o kentin farklılıklarını koruyup geliştirmektedir.
Kentler arası yarışta kent turizmi olgusunun önem verilen bir yeri var. Dolayısıyla konuya tekrar kent turizmi açısından bakalım. Eğer kenti bir turistik ürün karması olarak pazarlayacaksanız; yerli veya yabancı turist, o kente bir başka yerleşime benzediği için değil, aksine diğerlerinden farklı olduğu için gelmeyi tercih edecektir. Bir kenti; adı ne olursa olsun, hangi kıta veya ülkede bulunursa bulunsun bir başka kente benzetmeye çalışmak, değerlendirmek istediğiniz o kentin yerel kimliğini yok etmek anlamına gelir. Aynılaşmış kimliksiz bir kente; hiç kimse ne gelmek, ne de o kentte yaşamak ister. Marka kent veya dünya kenti olmanın yolu, aynılaştırmaktan değil, farklılıkları koruyup, gerekirse yeniden yaratıp geliştirmekten geçmektedir.
Bir kent, nasıl dünya kenti olur? Olmalı mı? Bir kenti, marka kent yapan nedir? Bazı yerel yöneticiler, bir kentin çağdaşlaşmasını kentte ünlü markaların, ışıltılı mağazaların veya dev alışveriş merkezlerinin bulunmasına bağlar. Bu tür yöneticiler, kentin durumundan ve geleceğinden bağımsız olarak, kendilerini küresel markalar aracılığı ile tüketimin azdırıldığı ve alışverişin sanallaştırdığı dünyaya endekslerler. Onlar için yeni bir alışveriş merkezinin açılması, kente yapılan muhteşem bir yatırımdır.
Bir kenti küreselleştiren yaklaşımın, dünyanın belli başlı büyük yerleşimlerinde olan kent mobilyaları olduğuna bağlayanlar da var. Onlar, kendi kentlerine baktıklarında özenilen bir yabancı kenti görmek isterler. Böyle bir yönetim anlayışıyla; genelde ucuz yapım malzemesi ile üretilmiş, taklit kent eşyaları bir anda şehrin her noktasını sarıverir. Böyle düşünen yöneticilerde taklit olandan uzak durma anlayışı pek yerleşmemiştir.
Bir kentin küresel olmasını, kentsel mekânın tasarımı ve kullanımı olarak algılayan anlayışlar da mevcuttur. Bu tür zihniyete sahip yöneticiler, kenti örneğin dev beton yapılarla doldurmaya çalışırlar. Bunların kente yapıştırdıkları yollar, köprüler veya yapılar, adeta Fred’li ve Wilma’lı Taş Devri çizgi filmindeki tarih şaşırtmalı yaşamı hatırlatır. Yapılanların ne yeridir, ne zamanıdır ne de bunlar bir ihtiyacın karşılanmasına hizmet etmektedir.
Küreselleşme adına denenmiş kolaycı anlayışların hepsinin, ortak bir noktası var. Bu anlayışlar, bir kentin özgünlüğünü ve farklılığını yok ediyorlar. İşin ilginci, bunu da gelişme, kentleşme, çağdaşlaşma veya Batı’ya uyum sağlama adına yapıyorlar. Dünyaca ün kazanmış kentlerin tümünün, ancak belli büyüklük sınırları içinde kaldığını ve en önemlisi bu kentlerin, tarihin derinliklerinden gelen yerel özgünlükleri ile farklılıklarını koruduklarını unutuyorlar.
Eğer bugün yaşadığımız kentte kısmen geleneksel özelliklerini kısmen koruyabilmiş bir semt ya da bölge varsa, bu durum varlığını sadece iyi şansa borçludur. Günümüzde kentler arası yarışta önde olmanın ana fikri, yerel kimliklerin ve kültürün korunması ve geliştirilmesidir. Dolayısıyla mevcut olanı yok ederek insanları daha fazla tüketime teşvik eden sanal alışveriş dünyaları oluşturmak yerine; doğal, tarihî ve kültürel değerler gibi yerel özgünlüklerin korunması öne çıkarılmalıdır. Yeni kentsel mekân ve fonksiyon tasarımları, kentin tarihten gelen özgünlüğünü koruyarak ve bunları öne çıkararak gerçekleştirilmelidir.
Apartmanlar arasından görebildiğimiz bir parça gökyüzü, toprak kokusunu duyurmayan yağmur ve bileşimi giderek bilinemezleşen kar, artık kentleri birbirinden ayırabilmemizi engelliyor. Kentin adı ne olursa olsun binalar hep aynı... Biraz fark varsa bile onu da tabelalar, reklâm panoları, elektrik direkleri ve enerji hatları ortadan kaldırıp aynılaştırıyor. Her kent, gün be gün aynılaşmış kimliksizliğe doğru ilerliyor.