Gürcan Banger
Hukuk ve adalet
Bir ülkede hukuk; her kişi, kuruluş veya kurumu kapsamak üzere bir tane olur. Benzer durumlara karşı farklı karar ve uygulamalar olmaz. Eğer hukuka ihtiyaç duyulan herhangi bir durum iktidarın duruşuna ya da bir başka kritere göre farklı değerlendiriliyorsa bu durumda halkın hukuka olan güveni azalır. Hukuksuzluk ortamında kişiler ve kuruluşlar sorunlarını bildikleri gibi çözmeye kalkarlar. Biriyaptığında gerekli müdahaleyi görmezse başka kişi ya da kuruluşlar da hukuksuz davranmayı kendi hakları olarak görürler.
Burada bir noktaya dikkat etmek gerekir. Bir toplumda hukukun gelişimini sağlayan unsurlardan biri sivil itaatsizliktir. Toplumun bazı unsurları kendilerine dar gelen konularda hukukun gelişimini sağlamak üzere barışçı sivil protesto yollarını tercih edebilirler. Burada önemli olan konu otoritenin olumsuzlama, itiraz, ret ve karşı çıkış hareketleri karşısında hukuksal, demokratik ve adaletli bir duruş sergilemesidir. Eğer otorite dün yasakladığı unsurlara yandaş olduğu (‘bizden’ kabul ettiği) için geçit veriyorsa o andan itibaren hiç kimseye ‘hukukun üstünlüğünü’ anlatamaz. Profesyonel futbol iktidarının yukarıda işaret ettiğim olay karşısında nasıl (‘nice hukuksal’) davranacağını önümüzdeki günlerde birlikte göreceğiz.
Hukuk, toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütününe verilen isimdir. Bu tanımı, hukuka olan güvenin azalması ile eşlediğimizde;karşımıza şöyle bir sosyal manzara çıkar. Hukuka olan güvenin azalması, ‘toplumun düzenlenmesi’ konusunda kuşkuların artması demektir. Bir başka deyişle; toplumu oluşturan yurttaşların düzenli bir sosyal yaşamın geleceğine ilişkin inancı azalmaktadır. Bu durum, toplumun farklı kesimlerinin bir arada yaşayabilmesinin önüne yeni engeller çıkıyor anlamına gelir.
Hukuku tanımlayan bir diğer unsur; hukukun, devletin yaptırım gücü konusunda bir meşruiyet oluşturmasıdır. Bu çerçevede yurttaşlar devleti kendilerinden kapsam ve görev olarak büyük ama her bireye eş uzaklıkta düşünmek isterler. Devletin vatandaşlar arasında ayırım yapmadığını varsayarlar. En azından; başta anayasa olmak üzere devleti yaptırım için meşru kılan yasalar, yasama kurumu tarafından bu anlayışla düzenlenmeye çalışılır.
Eğer hukuka olan güven azalıyorsa, bu durumda devlete ve onun yaptırım kullanma konusundaki meşruiyetine ilişkin kuşkular oluşmaya başlamış demektir. Dolayısıyla bireyler, devletin kurum ve kuruluşlarının davranışlarında bizden ve öteki şeklinde yanlı davrandığı konusunda görüş geliştirmeye başlarlar.
Hukukun en çok yara aldığı dönemler, yani iktidarın hukuksal süreçlere gizli veya açık olarak müdahale ettiği zamanlardır. Söz konusu müdahale, kimi zaman siyasal yandaşlık, bazen maddi çıkar, kimi durumlarda da iç veya dış mahalle baskısı ile olur. Eğer hukuka yapılan müdahale ile yurttaşların gözünde çifte standart algısı oluşursa, bu kez sosyal adaletin sağlanması için yasal olmayan başka yollara başvurulmaya çalışılır.
Kimi zaman hukukla ilgili çifte standart algısını, toplumun hiza önderi diyebileceğimiz okumuşları ile medya mensupları yaratıyor. Hukukun, dolayısıyla yasaların yorumlaması, çoğu zaman davaya muhatap kişi veya kuruluşun ‘bizden olup olmadığına’ göre yorumlanıyor. Kuşkusuz; toplumun pek çok kesimi de bu sürecin dışında kalmıyor.
Son olarak; –konuyu daha sonraki bir yazıda ele almak üzere– çoğu zaman kolayca ama yanlışlıkla birbirinin yerine kullanılan iki kavrama (adalet ve hukuk kavramlarına) işaret etmek istiyorum. Adalet ve hukuk aynı şey değildir; biri normatif bir ilke ve ideal, diğeri ise kurumsallaşmış ve uygulanabilir normlar dizgesidir. Bu ayrım, kavramların hem kaynakları hem de işlevleri açısından derin bir farkı işaret eder: adalet ne olması gerektiğine ilişkin ölçütler sunarken hukuk ne olduğunu düzenleyen pozitif normlar olarak işler. Bu farkı netleştirmek, hukukun adalete nasıl yaklaşabildiğini ve nerelerde ondan uzaklaşabildiğini görmek için gereklidir.