1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

Ekip vezir de eder rezil de...

“siyaset ekip işi” derler…


Doğrudur; siyasette başarı sağlam ve düzgün bir ekiple birlikte gelir.


Diğer taraftan…


Siyasette başarısızlığın gerekçesi olarak da çoğunlukla “ekip” gösterilir…


“Doğru dürüst bir ekibi yoktu” ya da “Ekibine hakim olamadı” falan denir…


Kısacası…


Başarıya giden, ya da başarısızlıkla sonuçlanan yolda, ekibin ve ekip çalışmasının çok ama çok büyük önemi vardır…


İyi bir ekibin tek amacı, lideri hedefe taşımaktır.


Bu amaç doğrultusunda asla yapmaması gereken tek şey ise, kendisini liderin yerine koymamak, liderinden habersiz, lideri adına inisiyatif kullanmamak ve liderini zor durumda bırakacak kararları kendi kafasına göre  almamaktır.


Ne yazıktır ki, liderini bir hedefe taşıma yolunda oluşan ekiplerin süreç içinde yakalandığı en büyük hastalık bu sözünü ettiğimiz “lider adına inisiyatif kullanmaya başlama” hastalığıdır…


çevrenize şöyle bir baktığınızda çoğu yöneticinin gerek kamuoyunda gerekse ait olduğu topluluk içinde en fazla eleştirildiği hususların başında “Kraldan çok kralcı” tabiriyle birlikte anılan ekipleri gelir…


Bu eleştirilerin çoğu, somut örnekleriyle sabit olan haklı eleştirilerdir.


Sonuç olarak…


Yöneten kişiyi vezir yapan da, rezil yapan da en yakınında bulunanlar, yani ekipleridir…


Ekibindeki kişilerin görev ve sorumluluk alanlarını bir çerçeve içine alarak sınırlayabilen, hareket ve inisiyatif kullanma kabiliyetlerini kontrol altında tutabilen yönetici her zaman kazanır…


Kendisine tanınan yetki ve sorumlulukları, ekibindeki insanların sınırsızca kullanmasına göz yuman yönetici ise her zaman kaybetmeye yakındır…


Zira…


Kendi düşüncesi olmayan yanlış kararların kamuoyu karşısında sorumluluğunu üstlenecek ortadaki tek kişidir…


Netice itibarıyla, yönetenler açısından “Başarı ekiple gelir, ekiple gider” gibi bir durum var ortada…


Var olan bu durumun ortaya koyduğu tek gerçek de, yönetenin ekibine sahip olup olamadığında gizli olsa gerek…


,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,


 


Büyükerşen’den vefa üzerine…


 


-1999 yılına gelininceye kadar hemen her seçimde bir adaylık teklifi mutlaka geldi. Hem de değişik partilerden. Her teklifi “Ben eğitimciyim. Görevim öğrenci yetiştirmek” diyerek, nazik bir biçimde kabul etmediğimi bildirdim.


-üniversitede Rektörlüğüm sırasında önüme gelen her emeklilik dilekçesinin sahibi için, öğretim üyesi, memur, işçi ayrımı yapmadan, mutlaka bir veda yemeği düzenlenmesini ve bu yemekte kendilerine bir hatıra şildi verilmesini gelenek haline getirmiştim. Bu kesinlikle ihmal etmediğim bir uygulamaydı. üniversiteden veda yemeği ve teşekkür şildiyle uğurlamadığımız hiç kimse olmadı.


-Rektörlükten ayrıldığımda ve sonrasında da emekli olduğumda “Herhalde bana da böyle bir veda gecesi yaparlar” diye bekledim. Ama yapılmadı. Neden sonra Engin Ataç böyle bir organizasyon yaptı. Bir de İletişim Fakültesi bir gece düzenledi. O gecede zamanı durmuş güzel bir köstekli saat hediye ettiler ki, o benim en mutlu anlarımdan biridir. Zaten bu hediye saat “Zamanı Durduran Saat” olarak yazdığım kitabımın başlığını oluşturmuştur.


-Rektörlük görevimi bitirdikten sonra ve emekli olduğumda tek bir beklentim vardı. YöK Başkanı, Milli Eğitim Bakanı, Başbakan hatta beni çok iyi tanıyan Cumhurbaşkanından, yarım A4 kâğıdına yazılmış bir teşekkür mektubuydu. Gelmedi tabii…


-Hâlbuki birkaç sınıflık okul yaptıran hayırseverlere o okulun isimleri verilir. Valilerin her birinin isimleri, görev yaptığı süre içinde okullara, caddelere konulur. Cumhurbaşkanlığı Köşkünde eğitime hizmeti dokundu diye şeref madalya törenleri yapılır. Yaşamını eğitime ve üniversitesine adamış, başarılı da olduğu söylenen biri olarak ben bunları yaşamadım ve yaşamamış olmanın da burukluğunu her zaman hissetmiş biriyim.


-O yüzden vefa unutmamamız gereken bir duygu, her zaman göstermemiz gereken bir olgudur…


xxx


Yukarıdaki sözler Yılmaz Büyükerşen’e ait…


Gazetecilik mesleğinde yarım asrı aşkın hizmet veren Rıdvan Uysal ve Hüsnü Arslan için düzenlediği gecede vefa üzerine yaptığı konuşmaların bir bölümü…


Hiçbir yorumda bulunmadan, son derece etkileyici bulduğumuz için paylaşma gereği duyduk…


,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,


Hepsini kutluyorum…


 


önce seçim ekonomisiyle başladı her şey.


Ardından, kriz ekonomisi yaşandı.


Bir de bunlara darbe ekonomisi eklendi.


Seçim ekonomisi aralıksız devam etti.


Kriz ekonomisi her geçen gün daha da kendini hissettiriyor.


Darbe ekonomisi de tam anlamıyla atlatılmış değil.


Şimdi ise döviz, enflasyon ve yüksek kredi ekonomisi…


Saydığımız olumsuz ekonomilerin hepsiyle karşılaştı ticaret yapanlar…


Tamam. Bazıları için hayırlı oldu bu söylediklerimiz ama çoğunluğun iflahını kesti resmen…


Bu saydığımız olumsuz ekonomiler 4-5 yılda yaşandı bu ülkede.


Buna rağmen hala direnen ve ayakta kalanların hepsini kutlamak lazım gerçekten…


Kolay değil!


 


,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,


BİRAZ DA GüLMEK LAZIM

Bir Fransız, bir Alman ve bir Türk müzede "...Adem ve Havva Cennet Bahçesinde" tablosuna bakıyorlarmış:
Alman,
"Bedenlerinin kusursuzluğuna bakar mısınız? Adem ile Havva mutlaka Alman olmalı." demiş.
Fransız, Alman’a karşı çıkmış:
"Havva ne kadar güzel, Adem ne kadar yakışıklı.Bu denli çekici olduklarına göre, hiç kuşkusuz Fransız olmalılar."
Türk, tabloyu uzun uzun izledikten sonra kararını vermiş:
"Bunlar kesin Türk’tür. üstte yok, başta yok, elmadan başka yiyecek yok, ama hala kendilerini cennette sanıyorlar."


 


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ) Arşivi