1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

"Bu iş böyle gelmiş böyle gider" demiştik ama...

Eskişehirspor'un iki tip taraftarı var.
Birincisi; ne pahasına olursa olsun, deplasman maçlarına dahi bizzat gidenler...
Bu tipte ki taraftar, Eskişehirsporluluğu adeta yaşam biçimi haline getirmiştir.
Hafta sonunu beklerler büyük bir heyecanla.
Tribünde ki yerini alma, en büyük keyiftir onun için.
Ortaya güzel bir futbol ve skor çıktığı zaman, mutluluktan havalara uçarlar.
Galibiyet sonrasında Stadyumdan çıkıp, gidecekleri yere kadar yüzleri hep güler.
Eve gidiyorlarsa evdekilere, kahveye gidiyorlarsa kahvehanedekilere anlatırlar uzun uzun maçta ki pozisyonları.
Moralleri yerine gelir.
O an cebine milyonlar koysanız bu kadar mutlu edemezsiniz onları.
Eğer Eskişehirspor ortaya kötü bir futbol koyup, kötü sonuç aldıysa, zehir olur o günleri.
Stadyumdan çıktıklarında yüzlerinden anlarsınız Eskişehirspor'un yenilip yenilmediğini.
Eve gidiyorlarsa evdecilerini, kahveye gidiyorlarsa Kahvehanedekileri haşlarlar.
İçlerinden hiçbir şey yapmak gelmez.
O anda cebine milyonlar koysanız da, moral bozukluğunu yok edemezsiniz.
İkinci tip taraftar ise; maça gidemeyip, maçı herhangi bir mekânda iki bira bir patates ile izleyen taraftar tipidir.
Cebinde para olmadığı için iki seçenek arasında kalır çoğu zaman.
Ya bilet alıp maça bizzat gidecektir cebinde ki son para ile...
Ya da...
Aynı para ile hem maçı televizyondan canlı izleyip, hem de bir iki duble parlatacaktır.
Çoğunlukla ikinci seçeneği tercih ederler.
Eskişehirspor'un kazandığı maçta tıpkı maçı bizzat izleyenler gibi mutlu olur, kaybedildiğinde de son derece moralleri bozulur.
Eskişehirspor kazandıysa, kendilerini içki ile ödüllendirirler...
Kaybettiyse, kendilerini yine içkiye verirler.
Ceplerinde ki son parayı da verdikleri için muhtemelen son içtiklerini de deftere yazdırırlar.
Kısacası...
İki tip taraftarı vardır Eskişehirspor'un.
Birincisi ne olursa olsun maça gider, ikincisi de cebindeki para ile maçı iki duble eşliğinde televizyondan izler...
Bunların yanı sıra, hem maça gidip, hem de maçtan sonra kendini Eskişehir'in lüks içkili mekânlarına atanlar vardır.
İşte...
Biz bunlara taraftardan çok yöneticiler ve avaneleri diyoruz.
Çünkü...
Her maç sonrasında bir mekanda toplanır bu yönetici ve etrafında oluşan insanlar.
Aralarında husumet olanlar da diğer bir mekânda konuşlanır.
Her ne hikmetse...
Eskişehirspor yenildiğinde sinirden, kazandığında ise sevinçten içiyor gözükürler gecenin geç saatlerine kadar.
Masanın hesabının, en az 20 taraftarın bilet parasına eşit olduğunu bir bakışta anlarsınız.
Sonuç olarak...
Maç gününü sabırsızlıkla bekleyen birinci tip taraftar ile cebinde ki son parayı hem TV den maçı izleyip, hem de iki dubleye harcayan ikinci tip taraftar, maç akşamı ayrı mekanlarda toplanan yöneticileri görüp, yiyip içtiklerine şöyle bir bakınca, haklı olarak çılgına döner...
İşin ilginç yanı...
Bu iş böyle gelmiş böyle de gider...
Çünkü...
Yönetimin çevresinde ve karşısında konuşlanmış, Eskişehirspor'a hiçbir faydası olmayan fakat bazıları para, bazıları da yalakalık becerisiyle kendilerini taraftarın üzerinde bir statüde gören bir güruh var Eskişehir'de.
Bu yazdıklarımız, bizim yakın zaman öncesine kadar gelen süreci kapsayan bir tespitimizdi.
Bize kalırsa, Eskişehirspor taraftarlığı ile ilgili değişmesi gereken de bir durum bu.
Her ne kadar "Bu iş böyle gelmiş böyle gider" desek de, bu durumun değişeceğine dair umudumuz hala var.
Bu güruh bu takımdan uzaklaştığı ya da uzaklaştırıldığı an, bu Eskişehirspor kesinlikle daha iyi bir kulüp haline gelecektir...
.....

Yapan kendine yapar
Bir eski Türk kasabasında, bir yaşlı derviş varmış. Bu yaşlı derviş, kasaba sokaklarında durmadan dolaşır, sürekli de;
"Yapan, kendine yapar"! Der dururmuş.
Bu sözü dilinden hiç eksik etmezmiş. "Yapan, kendine yapar".
O kasabadaki kötü yürekli bir kadın, sık sık evinin önünden, "yapan, kendine yapar", diye bağırarak geçen bu dervişten tedirgin olmuş, bıkmış.
- "Neden yapan, kendine yapsın? Hele şu aptal dervişin aklını başına getireyim de görsün".
Diyerek bir düzen kurmuş. Ev fırınında pişirdiği taze ekmeğin arasına, ağulu peynir doldurmuş. Derviş, her günkü gibi o gün de;
- "Yapan, kendine yapar"! Diye söylenerek kasaba sokaklarında dolaşırken, o kadının evinin önüne gelince kadın, dervişi çevirip;
- "Derviş baba, senin için taze yufka ekmeği yaptım. İçine yağlı peynir dürdüm. Al da, bir güzel ye, karnını doyur"! demiş.

Derviş:
- "Sağ olasın bacım, acıkınca yerim"! Diyerek dürümü almış, torbasına koymuş. Yine "yapan, kendine yapar", diye söylene söylene yoluna gitmiş. Bir zaman yürüyüp yorulunca, öğle sıcağında bir çay kıyısına çöküp, söğüt gölgesinin serinliğine uzanmış. O sırada tozlu yoldan yorgun argın gelen bir delikanlı yanına sokulup:
- "Merhaba! Derviş Baba", demiş.
- "Merhaba oğul! Nerden gelip nereye gidersin?" diye sormuş.
Dinlenmek için dervişin yanına, gölgeye oturan delikanlı:
- "Askerdim. Terhis oldum, evime dönüyorum. Kasabaya daha epey var. Karnımda öyle acıktı ki"! Demiş.
İyi yürekli derviş, torbasındaki peynir dürülü yufkayı ansıyarak, hemen dürümü çıkartıp delikanlıya uzatmış.
-"Kime niyet, kime kısmet. Al ye oğul"! Demiş.
Dürümü yiyen delikanlı, karnı doyup dinlendikten sonra, yola düzülmüş. Kasabanın yolunu tutmuş. Gel gelelim, ağulu dürümü yediğinden, yolda karnı ağrımaya başlamış. Çok kötü sancılanmış. Gittikçe sancısı, ağrısı artmış. Kasabaya dek zor gelebilmiş. Kasabaya girip de, sürünerek evinin kapısına gelince, kapı eşiğine düşüp can vermiş. Evden çıkan kadın, bir de ne görsün; askerden dönen oğlu ölmüş, kapı önüne yığılmamış mı? Zehirlenip ölen delikanlının annesi, ağulu peyniri yufkaya dürüp veren kadınmış.
Bu olaylardan bilgisiz derviş, akşama doğru kasabaya dönmüş. Yine
- "Yapan, kendine yapar"! Diye söylenerek kasabanın sokaklarından, kendisine ağulu dürümü veren kadının evi önünden geçmiş, gitmiş.
Şimdi bu yazıyı niçin köşemize aldığımızı merak ediyorsunuzdur.
Daha doğrusu...
Kime yazdığımızı?
Aslına bakarsanız bu yazının muhatabı bir tek kişi değil.
Aksine...
Pek çok kişi...
Şöyle bir baksanıza çevrenize...
Çoğu kişi kendi kendine yapıyor ne yapıyorsa.
Hatta.
Yapmaya da devam ediyor...
......

Psikolojiyi
asıl bozan...
Aynı zamanda AK Parti'de yöneticilik de yapmış bir ismin, uzman Psikiyatrist olarak açıklaması yer aldı gazetelerde.
Uğur Mumcu'nun bomba ile parçalanan arabasının, yeni oluşturulan bir parkta sergilenmesine karşı çıkıyor.
Yapılanları şov olarak değerlendirip, çocukların oynayacağı o parkta o aracın sergilenmesinin iyi bir görüntü oluşturmayacağını ve çocukların psikolojilerine olumsuz etki yapacağını söylüyor.
Uzman Psikiyatristin açıklamasını okudum.
Söylediklerinde katıldım bölümler var.
Hatta...
Odunpazarı Belediyesine yönelik yaptığı suçlamaların bir bölümünün de tartışılır olduğunu düşünüyorum.
Ancak...
İçinde, Uğur Mumcu'nun da can verdiği o parçalanmış otomobilin parkta sergileniyor olmasının, çocukların psikolojisini bozacağı düşüncesine pek katılmıyorum.
Zira...
Çocuk evde ne zaman televizyon açılsa, ülkede yaşanan savaşın görüntüleriyle zaten karşılaşıyor.
Ne zaman internete girse, çevremizdeki ülkelerde yaşanan kafa kesme ve bombalama olaylarına şahit oluyor.
Hali hazırda durum böyleyken, Uğur Mumcu'nun bomba ile patlatılan aracının sergilenmesi, çocukların psikolojisini nasıl bozabilir ki?
Asıl psikoloji bozukluğunu yaratan, o bombayı patlatanların yıllardır bulunamıyor olması değil mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ) Arşivi