1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

Hep aynı sözler, hep aynı nakarat...

Aklım erdi ereli ülkeyi yöneten hükümetlerden duyduğum 2 şey var…
Birincisi; “Yapısal Reformlar yapacağız.”
İkincisi de “Acı reçete uygulamak zorundayız”
Onca hükümetler değişti ama nedense gelen her hükümet bu 2 söylemi nedense değişmedi.
Dahası…
Yapılan yapısal reformların hiçbiri, birkaç zümre dışında vatandaşın yararına sonuç vermedi.
Hiçbir yapısal reform, birkaç kesim dışında,  soruna çare olmadı, sıkıntıyı ortadan kaldırmadı.
örneğin; Emeklilik yaşının yükseltilmesi yapısal reformdu…
İmar barışından tutun da vergi barışına kadar ne kadar “yapısal reform” adı altında yapılan ne kadar reform varsa, hiçbirinin vatandaşın lehine olumlu sonuçları olmadı.
Hatta öyle ki;
Yapılan yapısal reformlar sonrası ülke, reformlar yapılmadan önceki dönemlerden bile kötü hale geldi.
Zira…
Yapısal reformlar bir şeyleri düzeltme yerine daha da bozulmasına neden oldu.
İşin ilginç tarafı…
Her yapılan reform sonrası  “Acı Reçete” lerin uygulanacağı söylendi…
Aslına bakarsanız, bunca “yapısal reform” adı altında alınan kararlardan sonra ülkenin İsviçre falan olması gerekiyordu…
Hatta…
Bunca yapısal reformun ardından, ihtiyaç duyulmayacak ve başvurulmayacak tek şeyin “Acı Reçete” olması gerekiyordu…
Ama gelin görün ki, ülke, o yapısal reformlar yapılmadan önceki halini mumla arar oldu.
O yüzden…
Hükümetlerin “Yapısal reformlar gerçekleştireceğiz” sözünü her duyduğumuzda kendi kendimize “Eyvah!” deriz…
Yapısal reform adı altında yapılacak düzenlemelerin yine birkaç zümre dışında halkın bir sıkıntısını gidermeyeceğini tahmin ederiz.
Dahası…
Ardından da “Acı reçete” söylemlerinin ortaya çıkacağını bilir “Demek ki bu günler daha iyi günlerimizmiş” deriz…


....


Yunus Emre
Devlet Hastanesi…


Salgın başlamadan önce, sağlıkta şöylesine bir durum yaşanıyordu;
Şehir Hastaneleri kurulunca diğer hastaneler sanki gözden çıkartılmaya başlanmıştı.
Bir taraftan yeni kurulan Şehir Hastaneleri başarılı ve gösterişli gösterilmeye çalışılırken, diğer taraftan da bunun tam tersine, diğer hastaneler değersizleştiriliyordu.
örneğin gelir sağlayan bazı önemli bölümleri kapatılıyordu bu hastanelerin…
Bölümler kapatıldığı için, gelen hastalar mecburen Şehir Hastanelerine yönlendirilmeye başlandı.
Zaten yapılmak istenen de buydu… Yani, hastaların mecburen Şehir Hastanelerine gitmesiydi istenen.
Bu durum diğer hastanelerin kestiği faturaların yarı yarıya düşmesine yol açtı.
Sonuç olarak…
Bakanlığın kendi projesi olan Şehir Hastanelerinin başarılı olması ve görünmesi için diğer hastanelerin butik hastanelere dönüşmesi, bir anlamda feda edilmesi gerekiyordu.
HHH
İşte tam da bu söylediğimiz oluyordu ki, virüs salgını çıktı ortaya…
O değersizleştirilmek istenen butik hastaneler, Şehir hastaneleri kadar önem arz etmeye başladı.
Artan vaka ve hasta yoğunluğunu karşılamada son derece önemli bir görev üstlendi.
İşte…
Bana göre bu hastanelerden biriydi Eskişehir’deki Yunus Emre Devlet hastanesi…
Şehir Hastanesi ile diğer hastanelerin de hakkını yemeyelim ama Yunus Emre Devlet Hastanesi salgın süreci boyunca, baktığı 7 bine yakın vaka sayısı ile Sağlık bakanlığının covid tedavisindeki prosedürlerini en iyi uygulayan hastanelerden biri oldu.
Tesadüf müdür bilemiyorum ama virüse yakalanıp, testi pozitif çıkan ve gördüğü tedavi sonucu eski sağlığına kavuşan ne kadar tanıdık isim varsa, hemen hepsi bu hastanede görmüş olduğu tedaviyi överek anlattı.
Her biri, hastanenin corona tedavisindeki iyileştiren yöntemlerini anlata anlata bitiremedi.
Sırf bu duyduklarımız bile, yukarıda söylediğimiz “çok önemli bir görev üstlendi” söylemini doğruluyor.
Sonuç olarak söylemek istediğimiz şu;
Şehir hastaneleriyle birlikte ikinci plana itilen diğer hastaneler, bu salgın sürecinin kurtarıcıları oldu…
Bize göre…
Yunus Emre Devlet Hastanesi de bu kurtarıcıların arasında, kendini ispatlayarak ve başarıyla yerini aldı…
Not- Yazıdan diğer hastaneler görev yapmıyormuş gibi bir sonuç kesinlikle çıkartılmasın. Her hastane ve her hastanede görev yapan sağlık çalışanları en az Yunus Emre Devlet Hastanesi ve çalışanları kadar şu süreçte büyük mücadele verdi ve vermeye devam ediyor.
Yazının amacı, diğer hastaneleri değersiz kılma girişimlerinin ne kadar yanlış olduğunu gösterme


.....


Geldik mi zurnanın
zırt dediği yere…


“önümüzde normalleşme süreci var.” Diye başlamıştık yazıya bundan 5-6 ay önce…
Sonra da şöyle sürdürmüştük yazıyı;
“Yaşayacağımız bu süreci " Yeni Dünya Düzeni" olarak isimlendiriyor çoğu insan.
Bu tanımla söylenmek istenen aslında şu:
örneğin lokantalar eski çalışma düzeni ile faaliyet gösteren lokantalar olamayacak.
Eski cafeler, oteller, mağazalar, dükkânlar, otobüsler, okullar...
Aklınıza ne geliyorsa hiçbiri eski düzende olduğu gibi bir faaliyet gösteremeyecek.
En küçük çay ocaklarından, en lüks restaurantlara kadar her bir sektör, Yeni Dünya Düzeni ile tanımlanan düzene bir şekilde geçiş yapmak, yani dönüşmek zorunda kalacak.”
***

Ardından da şu soruyu sormuştuk:
“İyi de bu işyerleri nasıl dönüşecek?
Yeni Dünya Düzeni denilen sisteme  nasıl adapte olacak?
Bugünden baktığınızda yukarıda isimlerini sıraladığımız işyeri sahibi olanların büyük çoğunluğunun, bu dönüşümü yapması, işyerlerini yeni düzene hazır hale getirmeleri pek  mümkün görünmüyor.
Söz konusu dönüşümün yapılamaması en basit anlatımla teslim olmayı, iflası getiriyor.
Kısacası...
Bu günün asıl meselesi ve sorunu; bu işyerlerinin söz konusu dönüşümü nasıl becerebilecekleri?
Bu mesele sadece kredi vermekle aşılacak gibi basite alınacak bir mesele değil.
Kredi alan üyelerin yarın yeni düzende  para kazanması lazım.
Aksi takdirde yarın ne verilen krediler geri döner, ne de ayakta kepenk indirmeyen işyeri kalır.
Bizden söylemesi”
***
İşte hep söylenir ya;”zurnanın zırt dediği yere geldik” diye…
Tam da o noktadayız…
D aylarda kredileri alamayan zaten topu dikmiş durumda.
Kredileri alabilenler ise ne yazık ki bu süreç içinde para kazanamadı.
Şimdi bu kredilerin geri ödeme süreci geliyor…
Krediyi alan ama geçen süreçte söz konusu krediyi ödeyecek parayı kazanamayanlar kara kara düşünüyor.


.....


BİRAZDA GüLMEK LAZIM


Bir Fransız, bir Alman ve bir Türk müzede "...Adem ve Havva Cennet Bahçesinde" tablosuna bakıyorlarmış:
Alman,
"Bedenlerinin kusursuzluğuna bakar mısınız? Adem ile Havva mutlaka Alman olmalı." demiş.
Fransız, Alman’a karşı çıkmış:
"Havva ne kadar güzel, Adem ne kadar yakışıklı.Bu denli çekici olduklarına göre, hiç kuşkusuz Fransız olmalılar."
Türk, tabloyu uzun uzun izledikten sonra kararını vermiş:
"Bunlar kesin Türk’tür. üstte yok, başta yok, elmadan başka yiyecek yok, ama hala kendilerini cennette sanıyorlar."


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ) Arşivi