Öfke, dikenli bir karaçalıdır

Yazı yazanlara sıklıkla yöneltilen sorulardan biri, malum yazıyı nasıl bir olay üzerine yazdığıdır. Yazının tamamen kurgu olduğunu bir türlü kabul ettiremeyiz. Ama doğrusu; o sıra yaşanan bir olay üzerine yazı yazmanın enerji seviyesini düşürücü bir etkisi olduğu da muhakkak. Öfke benzeri gibi duygular üzerine bir yazı yazmaya karar verdiğimde, öncelikle bu sözcüğün anlamını kendime bir kez daha hatırlatmak için Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ne ya da konuyla ilgili bir referans kaynağına başvururum. Her gün kolayca kullanıverdiğimiz bazı sözcükleri, zaman zaman sorgulamak yararlı oluyor. Bazılarını gerçek anlamlarından biraz uzak kullandığımızı fark ettiğimiz de oluyor.

Türk Dil Kurumu Sözlüğü, öfke sözcüğünü şöyle tanımlıyor: “Engelleme, incinme veya gözdağı karşısında gösterilen, saldırganlık tepkisi, kızgınlık, hışım, şiddet, gazap.” Öfke gibi kavramların yazarlar tarafından yapılan tanım ve tasvirleri de var. Yazı veya konuşmalarda yer alan bu içerikteki cümleler, sözcüğe veya kavrama farklı yönden bakmamızı sağlar. Örneğin İngiliz edebiyatçı Charles Dickens, öfke konusundaki fikrini şöyle ifade etmiş: “Öfke ile beraber akıl da uçup gider.

Dickens’ın bu ifadesinde bir gerçeğin anlatımı var. Genelde iki tür kişiliğimiz var. Birisi; muhtemelen genlerimize kadar geri gidebilen içimizde yerleşik olan karakterin varlığı… Diğer ise denetlenebilen, öğrenebilen sosyal karakterimiz. Daha saldırgan olan iç karakterimizi akılla denetlediğimiz ölçüde sosyal yaşamda başarılı oluyoruz. Aklın denetimi, eğer uygun biçimde gerçekleştirilirse mutluluğumuzu da olumlu yönde etkiliyor.

Amerikan eğitiminin babası kabul edilen Horace Mann’ın bu konuda şöyle bir yaklaşımı var: “Öfke, geçici bir deliliktir. Bu nedenle duygularınıza sahip çıkmalısınız; aksi halde onlar size sahip olacaklardır.” Bu ifadeyi aktarmakla, bir duygusuzluk önerisinde bulunduğum anlaşılmamalıdır. Duygular, insanın yaşama verdiği özel anlamlardır. Duygular, yaşamla olan bağlarımızdır. Ama öfke ile uçlara savrularak huzurlu bir yaşamı yakalamak mümkün değildir. Bu gibi anlarda aklın bilgeliğine ihtiyacımız olur.

Öfkeyi zayıflıkla eşdeğer tutmak yanlış olmaz. Bir başka deyişle; öfkeyi zayıflığın örneklerinden biri olarak gösterebiliriz. Akıl ise güç ile ilişkilendirilebilir. Öfke ile oluşan zayıflığını, akıl ile yenebilen kişi, güçlülük yönünde adım atmış sayılır. İngiliz sanat tarihçisi John Ruskin’in bir cümlesi bu savı doğrular gibi: “Güçlü olan, daima öfkesine hâkim olabilendir.

Öfke, tehlikeli bir ateştir. Sadi’nin dediği gibi önce sahibini yakacağından hiç kuşku yoktur. Ama bir anlamda “Ateş, düştüğü yeri yakar” fikrine uygun olarak sahibini yakmaktan başka da etkisi olmayacaktır; öfke duyulan kişiye ulaşıp ulaşamayacağı bile kuşkuludur.

Ama burada bir kuraldan söz edebiliriz. Öfke, nedensiz olarak oluşmaz. Kişiler arasında meydana gelen bir tartışma öfkenin bilinen nedenlerinden biridir. Ama öfkeye yol açan bir tartışmanın akıllı bir nedenini bulmak, pek olası değildir. Özetle; akıl, her zaman öfkenin ilacıdır. Bir başka söyleyişle; öfke bir rüzgârdır ve önce aklın alevini söndürür.

Öfke, nefret ve kin gibi uç duyguların yok edilmesinin birkaç aracından söz edebiliriz. Bunların başında saygı gelir. Saygı kavramını yitirmiş bir toplumda, gelecekten ümitli olmak mümkün değildir. Öfkeyi durdurmanın ya da yaşamımızdan tümüyle kaldırmanın, akıl dışındaki ikinci aracı sevgidir. Unutmamalıyız ki; öfke, nefret ve kin gibi duygular, sevgisiz ortamların dikenli çalılarıdır. Kimi zaman bu çalıların dikenlerinin içimizi çizmesine izin vermek yerine uygun biçimde ifade etmek, daha sağlıklı bir sonuca yönelebilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi