Fatma Yüzer Deniz

Fatma Yüzer Deniz

Organize yalanların gücü

Organize yalanların gücü

Gözlerin telefon ekranına kilitlenmiş, parmağın alışkanlıkla aşağıya kayıyor. Her bir kaydırmada başka bir gündem: Birine üzülüyor, bir başkasına seviniyor, bir diğerine şaşırıyorsun. Farkına bile varmadan her bilgi, zihnine ve kişiliğine işleniyor.

Peki hiç durup düşündün mü:
“Ben neye üzülüyorum, neye seviniyorum? Korkularım, algılarım gerçekten bana mı ait, yoksa bir pazarlama stratejisinin yan ürünü müyüm?”

Gerçekten kendi hayatını mı yaşıyorsun, yoksa dijital dünyanın sonsuz veri akışı içinde şekillenen, yönetilen bir figür müsün?

Bir sabah uyanıyorsun ve içinden gelen o tanıdık ama tanımlanamaz boşlukla soruyorsun kendine:
"Ben kimim?"
Düşüncelerin sana ait değilse, hislerin manipüle ediliyorsa, kararlarını başkalarının yönlendirmeleriyle alıyorsan… o zaman gerçekten sen kimsin?

Bu sorunun cevabını aramak için insanlığın hakikat tarihine göz atmak gerekir.
Antik çağlarda hakikat, evrenin merkezine yerleştirilmiş bir Güneş’ti. Ardından Kopernik, Newton ve Einstein geldi; her biri hakikati parçalayarak yeniden tanımladı. Hakikat, her çağda bir başka gözle görüldü. Bir dönemin doğrusu, bir başka dönemin yanlışı oldu.

Eskiden bir düşünceyi yıkmak için yüzyıllar gerekirdi. Şimdi ise, sosyal medyada bir cümleyle bir dünya altüst olabiliyor.

İnsan beyni bu hızla evrimleşmedi. Bu nedenle çoğumuz farkında olmadan yönümüzü kaybediyoruz. Çok bilgi, daha bilinçli olmamızı sağlamıyor; aksine, zihnimizi daha da karıştırıyor. Bilgi arttıkça netlik değil, belirsizlik artıyor.

İşte bu yüzden "cahil cesareti" çağımızın en yerinde tanımlarından biri olabilir. Bu durum psikolojide Dunning-Kruger etkisi olarak adlandırılır: Az bilgi sahibi bireyler, konu hakkında aşırı özgüven geliştirirken; gerçekten bilgi sahibi olanlar, konunun karmaşıklığı karşısında daha temkinli davranır.

Unutmayalım, biz birer bilgisayar değiliz. Her gelen bilgi, kimliğimizden, inançlarımızdan, değer yargılarımızdan ve aidiyet duygularımızdan süzülerek zihnimizde bir yere yerleşir. Gerçeklik, olduğu gibi değil; onu nasıl işlediğimize göre şekillenir.

Bugün bilgiye ulaşmak kolay ve hızlı. Bu, başta bir avantaj gibi görünse de; verilerin birer manipülasyon aracına dönüştüğü bu çağda, algılarımızın yönetilmesi çok daha sofistike bir hal aldı.

Eskiden “toplum mühendisliği”, yalnızca siyasetçilerin ya da sosyologların uzmanlık alanıydı. Bugün ise, sosyal medya algoritmaları sayesinde birey davranışları anlık olarak takip ediliyor, analiz ediliyor ve yönlendiriliyor.

2012 yılında, sık kullanılan sosyal medya uygulamasının yaptığı tartışmalı bir deneyde, kullanıcıların haber akışları manipüle edildi. Bazı kullanıcıların karşısına daha fazla olumlu ya da olumsuz içerik çıkarıldı. Sonuç? Kullanıcıların ruh halleri, karşılarına çıkan içeriklere göre şekillendi.

Bu, bireysel duygu durumlarının bile algoritmalar tarafından yönlendirilebileceğinin en net göstergelerinden biridir.

Bu durumu Hannah Arendt, “organize yalanların gücü” olarak tanımlar. Arendt’e göre totaliter rejimler yalnızca baskıyla değil, gerçeği sürekli yeniden tanımlayarak varlıklarını sürdürür. İnsanlara ne düşüneceklerini değil, neyin “gerçek” olduğunu dikte ederler.

Bugün ise bu kontrol yalnızca politik rejimlerin değil; dijital platformların, içerik üreticilerinin ve veri analistlerinin elinde. Yankı odaları içerisinde tekrar edilen yanlış bilgiler, yeni “gerçeklik”ler haline geliyor.

Örneğin, “deepfake” teknolojisiyle yaratılan sahte videolar, bir kişinin ağzından hiç söylemediği sözleri duyurabiliyor. Bu hem bireylerin itibarına zarar veriyor hem de toplumsal güven duygusunu zedeliyor.

Daha da ötesi, bilimsel veriler bile artık duygularla yoğrularak ideolojik kılıflar içinde pazarlanıyor. Herkes kendi algoritmasının gerçekliğini yaşıyor. İnsanlar, hakikatten çok işine yarayan bilgiye sarılıyor.

Bu bireysel anlamda geçici bir mutluluk sağlayabilir, ancak toplumsal düzlemde ortak bir gerçeklik zemini hızla eriyor.
Artık “hakikat”, içinde bulunduğun sosyo-kültürel çevrenin sana sunduğu şey hâline geliyor.

Bu çağda gerçekler hiç olmadığı kadar sahte; sahte olanlar ise hiç olmadığı kadar inandırıcı. Çünkü gerçeklik artık yalnızca sözlerle değil, verilerle —hatta duygularla— yeniden inşa ediliyor.

Haberler, reklamlar, gönderiler, yorumlar… Hepsi birer veri ürünü. Ve artık bu işlemler, veri analistlerinin sabah kahvaltısı kadar sıradan hâle gelmiş durumda.

Bu yüzden bir insanın dünya görüşünü değiştirmek için yalnızca veri yeterli değildir. O veriye bağlı duygusal bağları da çözmek gerekir.

Toplumlar, sadece bilgiyle değil; ortak anlatılarla, korkularla ve umutlarla bir arada durur. Bu yüzden “hakikat”, bireysel olduğu kadar kolektif bir yapıya da sahiptir.

Bir grup insan bir yalanı yeterince tekrar ederse, o yalan bir süre sonra onların gerçeği hâline gelir.

Maalesef bu çağda, gerçekler hiç olmadığı kadar kolay üretilebiliyor. Ve hakikat, belki de hiç olmadığı kadar sahipsiz.

Siz siz olun, bilgi kaynağınıza dikkat edin. Çünkü gerçekliğin rotasını, artık sadece doğru bilgi değil; o bilginin kimden ve nasıl geldiği belirliyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatma Yüzer Deniz Arşivi