Gürcan Banger
Toplum, devlet, sivil toplum
Küreselleşme olgusu ile birlikte bir zamanlar demir perde gibi duran ülke sınırları, giderek tül perdelere dönüştü. Ama dünyada ulus-devlet varlığını sürdürmeye devam ettiğine göre; hâlâ belli sınırlar içinde yaşayan insan topluluklarından söz etmeye devam edeceğiz. Bilindiği gibi; belli sınırlar içinde yaşayan ve temel çıkarlarını işbirliği ile gerçekleştiren topluluklara toplum adını veriyoruz.
Toplumun yaşadığı çevreyi bir kavanoza benzetirsek; toplum, bu kabın içinde yalnız başına durmuyor. Kendini yönetmek ve denetlemek için örgütlediği devletle birlikte yer alıyor. Dolayısıyla toplumun bir parçasını devlet oluşturuyor. Kimi örneklerde devlet öyle büyük oluyor ki; toplumun geriye kalan kısmının –ki bu kısma sivil toplum diyoruz– kavanozda nefes alacak yeri kalmıyor.
Bizim toplumsal geleneğimiz, büyük devletin merkez alınması üzerine kurulmuş. Her şey ona göre tanımlanıyor. Bütün soruların cevapları onda… O hem şoför hem de trafik polisi. Gereğinde yaya bile olabiliyor. O hem özne, hem ayna hem de aynadaki yansı.
Bu topraklar üstünde devlet daima en büyük olmuş. Neredeyse tüm alan ve kurumları denetlemiş. Kendi yapmadığını veya yapamadığını, kendisine sadakatle bağlı olanın yapmasına özen göstermiş. Geleneğimizde ve tarihimizde sivil toplum örneklerini bulmak için daima çok zorlanıyoruz. Genelde sivil örnekler olarak gösterilen loncaların ve dini cemaatlerin de sivil toplum tanımına ne denli uyduğu kuşkulu.
Osmanlı tipi bir devlet ve yönetim modeli, teknik olarak patrimonyal olarak isimlendiriliyor. Cumhuriyet ile birlikte patrimonyal sistemin padişahlık bölümü tedavülden kalkmakla birlikte, asker ve bürokrat kesimler açısından devletin toplum üzerindeki benzer tanımlayıcı, yönetici, denetleyici tavrı sürmüş.
Tarihimizde devlet nezdinde itibar görmeyen kesimler arasında sadece sivil toplum kuruluşları bulunmuyor; ekonomik kuruluşlar da gerekli alakaya mazhar olmamışlar. Onlar da gelişmek için gerekli teşviki bulmak bir yana; gayet kısıtlı koşullar altında yaşamak zorunda kalmışlar. Ticaret ve sanayi kesiminin devletin ilgisine mazhar olmaya başladığı zaman dilimi, ancak Cumhuriyet dönemine denk düşer.
Osmanlı’nın meslek kuruluşları olan loncalar, devletin tarım ve ticaret kesimine egemen olma araçlarından biridir. Cumhuriyet döneminde ise bu yaklaşım meslek odaları ile devam eder. Bu nedenle bürokrasinin, bugünün loncaları olan meslek odalarına daha sıcak bir yaklaşımı var. Muhtemelen odaları genetik olarak kendinden saydığından…
Kanunla kurulmuş meslek odaları dışında sivil toplum kuruluşları, henüz devlet gözünde makbul bir düzeye ulaşamadı. Örneğin bir ilin üst düzey bürokratları o kentteki bir ticaret veya sanayi odası tarafından yapılan etkinliğe katılmayı bir devlet görevi olarak kabul ederken, aynı ilginin sivil toplum etkinliklerine gösterildiğini söyleyemeyiz. Hatta küçük bir ticarethanenin açılış töreni bile, bir sivil toplum kuruluşunun faaliyetinden daha fazla bürokratik ilgiye mazhar olur.
Bugün devlet ve sivil toplum bağlamında bir ayırım noktasına doğru yürüyoruz. Artık sosyal tasnif, kişinin veya kuruluşun merkeze kimi –devleti mi yoksa sivil toplumu mu yani yurttaşı mı– aldığına göre değişiyor. Hızla kurgulanan –ama henüz yeterli öngörüye sahip olamadığımız– yeni gelecek, bu ayırımı doğru yapamayanları kendi acımasız kurallarına göre elbette tasnif edecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.