1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

Darbe yapmak mı yoksa turşu yapmak mı daha zordur?

Kenan Evren bir sabah gazeteleri karıştırıyor.
O sırada gazetenin birinde bir fıkra çarpıyor gözüne…
Başlıyor okumaya…
Fıkra şöyle;
Güney Amerika’da bir uzmana sormuşlar;  “darbe yapmak mı daha kolaydır, yoksa  hıyar turşusu yapmak mı?”
  Uzman, soruyu cevaplamış; “darbe yapmak daha kolaydır.”
“Neden?” sorusunun ardından uzman devam eder;
“ çünkü hıyar turşusu  yapmak için en az 2-3 kilo aynı boy taze hıyarları seçeceksin, onları uygun kıvamda   tuz,  limon, sirkeli suyun içinde uygun süre bekleteceksin, vs, vs, oldukça  uzun   iş. Ama darbe yapmak için üç hıyarı yan yana getirmek yeterlidir.
***

Kenan Evren bu fıkrayı okuyunca çılgına döner. Derhal Ali Baransel’i çağırır, başlar kızmaya; “bu ne rezalet, böyle bir saçmalığın yayınlanmasına nasıl izin verirsin, neden kontrol etmiyorsun…..”
 Ali Baransel ne olduğunu anlamak için gazetedeki fıkraya bir göz atar ve;
 “Sayın paşam, boşuna üzülüyorsunuz, bakın burada üç hıyar diyor, beş hıyar  demiyor ki”
 Bunun üzerine Kenan Evren gazeteyi alıp fıkraya tekrar bakınca hak verir ve şunu söyler; “Evet bizle alakası yok!”
***
Bugün 12 Eylül darbesinin yıldönümü.
* TBMM kapatıldığı, Anayasa ortadan kaldırıldığı, siyasi partilerin kapısına kilit vuruldu ve mallarına el konulduğu…
* 650 bin kişi gözaltına alındığı.
* 1 milyon 683 bin kişi fişlendiği.
* Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandığı.
* 7 bin kişi için idam cezası istendiği.
* 517 kişiye idam cezası verildiği.
* Haklarında idam cezası verilenlerden 50’si asıldığı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu, 1’i Asala militanı).
* 30 bin kişinin “sakıncalı” olduğu için işten atıldığı.
* 14 bin kişinin yurttaşlıktan çıkarıldığı.
* 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldüğü.
* 171 kişinin “işkenceden öldürüldüğünün” belgelendiği
* 937 filmin “sakıncalı” bulunduğu için yasaklandığı.
* 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildiği.
* 31 gazetecinin cezaevine girdiği.
* 300 gazeteci saldırıya uğradığı.
* 3 gazeteci silahla öldürüldüğü.
* Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.
* 13 büyük gazete için 303 dava açıldığı.
* 39 ton gazete ve derginin imha edildiği.
* Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdiği.
* 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldüğü.
* 43 kişinin “intihar ettiği”
Sonuç olarak…
Nereden bakarsanız bakın, 5 kişinin bir araya gelip, ülkenin 20 yıl geriye gitmesine neden olan bir darbenin yıldönümü bugün…
üzerinden yıllar geçmiş olsa da yarattığı çile, acı ve gözyaşlarının hala unutulmadığı, ortaya çıkarttığı faturanın hala ödendiği kötü bir dönemin yıldönümü bugün…
Dahası…
Unutmak istediğimiz ama unutamadığımız Türkiye’nin en karanlık döneminin yıldönümü…
Keşke hiç olmasaydı! Keşke hiç yaşamasaydık!


.....


Ya alıştık ya sıkıldık ama…


Hatırlıyorsunuz değil mi salgının ilk aylarını…
Ortada daha doğru dürüst vaka ve ölüm sayısı yokken yaşadığımız endişe ve korkuyu hatırlıyor musunuz?
Evlere kapanıp, burnumuzu dahi balkondan çıkartamadığımız o günleri unutmamışsınızdır.
Marketten aldığımız ne kadar eşya varsa sabunlu sulardan geçirdiğimizi, evi her gün dezenfekte ettiğimizi, kolonya ve dezenfektan kullanmaktan çatlayan ellerimizi kimse unutmamıştır.
Yine hatırlar mısınız?
Televizyondan salgın vaka ve ölüm sayılarını öğrenip endişelendiğimizde, çevremizde yakalanan olmadığı için kafalarımızın karıştığı oluyordu.
Salgına inanma ile inanmama arasında gidip geldiğimiz çok oldu hatırlayın.
Yavaş yavaş tanıdık isimlerin salgına yakalandığını duymaya başladık.
Ardından…
Bildiğimiz, tanıdığımız isimlerin virüs nedeniyle yaşamını kaybettiğini duymaya başladık.
Şimdi, sosyal medyaya girdiğimizde bile hemen her gün en az  bir tanıdığın testinin pozitif çıktığını, bazı tanıdıkların karantina, bazılarının tedavi altında olduğunu, hatta bazılarının yoğun bakımda, bazılarının da yaşamını yitirdiğini öğreniyoruz…
Ama gelin görün ki; Buna rağmen bugün ne mart ayındaki endişeyi taşıyoruz ne de Mart ayında aldığımız tedbiri alıyoruz…
Belki…
Ya alıştık ya sıkıldık bu durumdan…
Fakat iyi yapmıyoruz!


......


Basın cezayı gitsin!


Kentte yaşamak zor…
öncelikle, kentte yaşamanın bedeli olduğunu kabullenmek gerekiyor.
Dahası...
Kentte yaşamanın bazı kurallarına uymak gerekiyor.
Kurallara uyulduğunda, yaşam daha da kolay oluyor.
Uyulmadığında ise...
Yaşam olabildiğince zorlaşıyor.
Kalabalık kentlerin en büyük sorunlardan biri Trafik…
Bağlantılı olarak da Ulaşım…
Her ne kadar alt yapı eksik de olsa, kurallara uyulduğunda krafik  belli bir düzen içinde akıp gidiyor.
Ancak...
Kurallar ihlal edildikçe, alt yapı yeterli olsa da karmaşa ortaya çıkabiliyor.
Kentlerde, kurallara uymayanlara çeşitli yaptırımlar getirilmiş.
Bunların başında da cezalar var.
Bazı insanlar, cezaların caydırıcı olmadığını söyler.
Aslına bakarsanız, cezaların caydırıcı olduğunu düşünmüyoruz.
Ancak…
Trafikte öylesine aleni ve isteyerek kural ihlali yapanlar var ki...
Bu insanlara olabildiğince ceza verilmesinden yana olur hale geldik.
Adam, kırmızı yanmasına rağmen "Ne olacak ki ben geçeyim" diyor.
Geçiyor da.
Onun kırmızı ışığa rağmen geçmesi, trafiği anında kilitliyor.
Kuralı göz göre göre ihlal eden kişi, diğer sürücülerin hakkını da ihlal ettiği umurunda bile olmuyor.
Bir başkası, kırmızı ışıkta gelip, yaya geçidi üzerinde duruyor. Sanki her yer ona aitmiş gibi...
Yolda giderken, arkanızda sürekli selektör yakanlar, durup dururken acı acı korna çalanlar, yol kenarındaki suyu yayaların üzerine sıçratanlar...
örnekleri çoğaltmak mümkün…
Anlayacağınız, bunları yapmaktan bir türlü vazgeçmeyenler için tek yaptırım ceza kalıyor…
Varsın ceza caydırıcı olmasın...
Hiç olmazsa, hata yapan ve yaptığı hatayı her defasında tekrarlayan insanların bir şekilde canları yansın…
Belki bu ceza sayesinde, kurallara uymamayı alışkanlık haline getirenler yoğurdu üfleyerek yer.


.....


BİRAZDA GüLMEK LAZIM


Papa makam otosuyla Roma da dolaşmaktadır.
Bir süre sonra canı sıkılır ve şoföre durmasını söyler.
Şoförü arkaya geçirir ve arabayı kendisi kullanmaya başlar. Araç kullanmanın zevkine varınca da hız yapmaya başlar.
Hız sınırını aşınca tabi ki radara yakalanır.
Trafik polisi çevirir, arabayı kenara çeker.
Polis arabanın penceresine eğilince afallar ve durumu merkeze aktarmak için telsizine davranır.
- Amirim bir oto çevirdim, ama içinde çok büyük bir adam var. Ne yapayım?
- Vali mi?
- Daha büyük.
- Başbakan mı?
- Hayır daha büyük.
- Amerika Başkanı mı?
- Hayır daha büyük.
- Daha büyük kim var oğlum?
- Bu adam kim bilmiyorum amirim ama makam şoförü Papa.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ) Arşivi