1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

Tarih bunları da yazacak ama!

Bu gün yanşadığımız virüs salgını öyle ya da böyle bir şekilde atlatılacak.
Aşısının ve ilacının bulunmasıyla birlikte bu salgın da bitecek, hayat eskiden olduğu gibi normale dönecek.
Ancak…
Salgın günleri süresince yaşadıklarımız ve bundan sonra da yaşayacaklarımız kolay kolay hafızalarımızdan çıkmayacak, unutulmayacak.
Tarih, yaşadığımız bu süreci anlatırken büyük ihtimalle  “Gözle görülmeyen bir virüs, koca devletleri diz çöktürdü!” tanımlaması yapacak.
Ne yazıktır ki; aynı tarih, ülkemizdeki süreci anlatmada şu notları da düşecek;
-Küçüklü büyüklü bütün işyerleri kapatıldı ama fabrikalar açıktı, çalışıyordu. Fakat Devlet kapanan işyerlerine değil de, çalışan fabrikalara destek oldu.
-Bütün okullar kapalıydı, dersler televizyon kanalları üzerinden yapıldı. Fakat televizyon üzerinden yapılan ilk derste çocuklara resmen idam filmi izlettirildi.
-Bilim insanları virüsle ilgili mücadele yöntemlerini bangır bangır bağırıp anlatırken, insanların bir bölümü saç kurutma makinesini burnuna tutarak virüs öldürmeye çalıştı.
-“Barınma şartlarımız iyi değil” diyen üniversite öğrencilerine “hain” diyenler, zorunlu karantina altına alındıkları aynı yurtlar için “Ahır” dedi.
-Umre’den döndüğü için karantina altına alınmak isteyenler polisten kaçtı. İçlerinden biri polisin yüzüne tükürdü. Tüküren kadında virüs çıktı.
-65 yaş üzeri insanlar sokağa çıkmakta ısrar ettiği için sokaktaki diğer insanlar tarafından adeta linç edildi.


......


Aklı olan yönetim bundan sonra “tarım” der “hayvancılık” der…


Virüs nedeniyle eve kapananların şu sıralar endişe duyduğu tek şey, evlerinde karınlarını doyurabilecekleri yiyeceklerin olup olmadığı.
Daha eve kapanmanın ilk günlerinde başladı bu endişe.
İnsanlar marketlere hücum etti.
“Sokağa çıkma yasağı ilan edilebilir” beklentisi, “talan edilir, alacak hiçbir şey alamam” düşüncesiyle insanlar marketlerde ne kadar yiyecek varsa alıp, evlerine taşıdı.
Evler adeta un,  makarna, kuru bakliyat, sebze-meyve ve kahvaltılıkların küçük depoları haline geldi.
Söz konusu endişe, sürecin devam ettiği şu günlerde de sona ermiş değil.
İnsanlar yine ilk fırsatta kendilerini markete atıp, “Ne olur ne olmaz. Bulunsun!” düşüncesiyle evlere yiyecek taşıyor.
Şu sıralar hiç kimse yeni çıkan otomobil modelleriyle ilgilenmiyor.
Hiç kimse bahar ve yaz modasını merak edip alışveriş yapmıyor.
Şu sıralar hiç kimse cep telefonunun özelliklerini umursamıyor.
Hemen herkes, yiyeceklerin tükenmesi halinde evdeki malzemelerin kendilerini kaç gün idare edeceğinin hesabını yapıyor.
Eminiz ki; herkes şu sıralar; “Son model otomobilin, son model cep telefonunun canı cehenneme! Evde yeteri kadar makarna var mı? asıl önemli olan bu!” diye düşünüyor.
İşte bu yaşadıklarımız,  ülke idare eden yönetimlerin tarım ve hayvancılığa ne denli önem vermesi gerektiğini yeterince ortaya koyuyor…
Sözün özü…
Bu salgının da yaşattıkları göz önüne alındığında, bundan böyle aklı olan yönetimin yapacağı ilk iş tarım ve hayvancılığın desteklenmesi olur.
Zira bu salgın bize, evde dolap boşsa, dışarıdaki arabanın kaç model olduğunun hiçbir önemi olmadığını apaçık gösterdi.


......


Bu da Virüs salgınını bilim dışı yöntemlerle çözülebileceğini düşünenlere gelsin!


Tarih 1850...
Viyana Hastanesi.
Hastaneye kaos hakim.
Hastanede iki bölüm var ve bunlardan birinde doğum yapan her yüz kadından doksanı “lohusa humması” denen hastalıktan ölüyor.
Bilim henüz mikropların, virüslerin ve bakterilerin keşfini yapmamış.
Hastane profesörleri ölümlerin çokluğunu ebelerin ve asistanların uğursuzluğuna bağlama cehaletinde.
Bir dahi bütün bu olanlara karşı çıkıyor.
Dr. Semmelweis, profesörlerle aynı fikirde değil.
O, tıp öğrencilerinin, kadavraları kesip biçtikten sonra, ellerini hiç yıkamadan doğumhanelere girip çıktıkların görüyor ve kendi bölümünde, tüm doktor ve doktor adaylarının doğumhanelere girmeden önce ellerini kireçli su ile yıkamalarını istiyor.
Bu küçük istek kısa zamanda etkisini gösteriyor ve lohusa hummasından ölüm oranı, çok aşağılara düşüyor.
Ancak hastanenin ileri gelen profesörleri, Dr. Semmelweis’in bu küçük değişikliğine karşı çıkıp onu hastaneden kovuyorlar.
Bu da yetmiyormuş gibi onun bir doktor değil bir şarlatan olduğunu etrafa yayıyorlar.
Bu dahi doktor 47 yaşında yalnızlıktan ve açlıktan çıldırarak hayata gözlerini kapıyor.
Bu aptal profesörlerin hiç birinin ismi bilinmezken, Dr. Semmelweis’in isminin tıp tarihinin altın sayfalarına yazıldığını görüyoruz.
“Dünyaya gerçek bir dahi geldiğinde, onu şu işaretten tanıyabiliriz; bütün ahmaklar ona karşı birleşmişlerdir.”


......


Maskaralığa kurban giden ciddiyet!


Diyojen, ciddi bir konu hakkında konuşurken kimsenin kendisini dinlemediğini fark edince birden bire konuşmayı bırakır ve kuş gibi ötmeye başlar.
çevresindekiler, bu garip davranışı karşısında dikkat kesilince, şunu söyler:
“Gördüğünüz gibi, insanlar maskaralığa ciddi konulardan daha çok önem veriyorlar.”
Son derece ciddi bir süreçten geçiyoruz…
Süreç, en azından şu salgın konusunda her birimizin daha ciddi olmamız gerektiğini ortaya koyuyor.
Ancak bu ne mümkün!
İşi sulandırmaya çalışanlar…
Meseleyi hafife alıp, mizahi kepazelikler peşinde koşanlar…
Oturduğu yerden komplo teorileri üretenler…
Hayali hikayeler oluşturup, kamuoyuna bunu gerçekmiş gibi sunanlar…
Bu şekilde davranış içinde olan insanlar, maskaralığın ciddi konulardan daha çok pirim yaptırdığını biliyorlar.
Bizler de onların bu maskaralıklarına resmen ortak oluyoruz.
Olan, bu maskaralığa teslim olmuş ciddiyete oluyor!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ) Arşivi