1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

Türkiye'nin en işe yaramayan araştırması...

Bildim bileli başta işçi ve memur sendikaları her ay bir araştırma sonucu açıklar.
Yıllardır, kesintisiz her ay yapılır bu araştırma ve düzenli olarak yine her ay sonucu açıklanır.
Söz konusu araştırma, Türkiye’de dört kişilik bir ailenin açlık ve yoksulluk sınırı rakamlarını gösteren bir araştırmadır.
Her ay açıklanan bu araştırma sonuçları, ülkede uygulanan asgari ücretin üstünde yer alır.
Her araştırma sonucu, dört kişilik bir ailenin gelirinin neredeyse 2-3 katı oranındadır.
Açıklanan rakamlara baktığınızda, çoğu çalışanın ve ailenin aç ve yoksul olabilmek için bile her ay kredi çekmesi gerektiğini görürsünüz.
Söz konusu araştırma her ay yapılmasına ve sonuçları her ay açıklanmasına rağmen…
Açıklanan rakamlar, ülkedeki gelir rakamlarının her defasında üzerinde yer almasına rağmen hayatta dikkate alınmaz.
ülkeyi yönetenler “Bak açlık ve yoksulluk sınırı şu kadarmış. Biz de insanların gelirini en az bu rakama çıkartmalıyız” falan diye düşünmez…
O yüzden…
Yıllardır, her ay yapılan ve sonuçları da her ay açıklanan Açlık ve yoksulluk araştırması, yapılan en doğru araştırma olmasına rağmen, aynı zamanda   hiç işe yaramayan, bir türlü dikkate alınmayan, gereksiz bulunan bir araştırmadır…
çünkü…
Araştırma ile ortaya konulan açlık ve yoksulluk rakamları yönetenlerin umurunda bile değildir…


.....


Eğer o ziyaret  yapılsaymış...


Salgın sürecinde yaşanan bazı olaylar sonradan çıkıyor ortaya.
Bu olaylar arasında bir hayli enteresan olanları da var.
İşte bunlardan biri de Büyükşehir Belediyesinde yaşanmış.
çin'den koronavirüs haberleri gelmeye başladığı, Türkiye’de vaka sayısının 1-2 olarak duyurulduğu süreçte, yani geçtiğimiz Mart ayı ortalarında yaşanmış sözünü edeceğimiz olay.
Yeni göreve gelen bir mesleki Oda'nın yönetim kurulu, Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen'i ziyaret etmek istemiş.
Bununla ilgili randevu talebinde bulunmuşlar.
Fakat bir türlü randevu talebine cevap verilmemiş.
Nedeni sorulduğunda ise "Valla salgın nedeniyle bir süre randevu verilmiyor." denilmiş.
Bu cevap pek ciddi bulunmamış o tarihte.
-"Koca ülkede 1-2 vaka var yok bu neyin salgını?" falan denilmiş.
Ama gelin görün ki, birkaç gün sonra,  ziyaret edecek ekip içinde bulunan bir kişiye yapılan testin sonuca  pozitif çıkmış.
Yani...
Randevu verilmemesi isabet olmuş.
Sonuç olarak...
Eğer o ziyaret o tarihte yapılsaydı, belki de Eskişehir'in ilk toplu vakası az kalsın, Büyükerşen dahil  o binadan çıkacakmış.


.....


AöF’yi bu hale getiren dış ve iç unsurlar…


“Uzaktan Eğitim” denildiğinde, Türkiye’nin akla gelen ilk ve tek kurumunun Anadolu üniversitesi Açık öğretim Fakültesi olduğunu yazmıştık dün bu sütunlarda.
Ancak…
Pandemi nedeniyle Uzaktan Eğitim’e geçildiği süreçte Azık öğretim Fakültesinin esemesinin bile okunmadığını, bunun çok üzücü olduğunu dile getirip, “Yeni atanacak olan rektörün ilk görevinin, AöF’deki kan kaybını sona erdirmek olmalı” demiştik…
HHH
Duruşuna, donanımına, fikirlerine son derece değer verdiğim bir dostum, AöF’nin nasıl bu duruma geldiğinin bana göre mükemmel bir kronolojisini çıkartan bir mail göndermiş…
“Dışarıdan ve İçeriden kaynaklı unsurlar” diye ikiye ayırmış “AöF niçin bu duruma geldi?” meselesini.
özetle söylediği şu;
1-Dış unsurlar;
-AöF Uzaktan eğitimde tekel konumundayken, bu yönde sağlamış olduğu gelir diğer üniversitelerin iştahını kabarttı. Hemen hepsi bu işe balıklama atladı. Sistemi kontrol etmesi gereken YöK, bu işin kriterlerini koymak, “Bu işi yapacaksanız AöF gibi yapacaksınız” gibi bir kural koymak yerine, meseleyle hiç ilgilenmemeyi tercih etti. Böylece, yarım yamalak uzaktan eğitim yapan üniversiteler birbiri ardına türemeye başladı.
-AöF’nin en büyük özelliği, yaygın şekilde bürolarının olması ve son derece ciddi hazırlanıp, her ders yılında yenilenen kitaplarıydı. Bu kitaplar pek çok üniversite tarafından da kullanılıyordu.
Uzaktan eğitime giren üniversiteler, bu işi ders notlarıyla yapmaya başlayınca AöF de dijital kitaba geçti. Bu ciddi bir hataydı. Böylece yazar ve editörlere ödenen telifler ödenmedi. Telif ödenmeyince kitaplar yenilenmedi. Bu da bilgi eksikliğine ve kalitesizliğine yol açtı. Telifleri ödemeyen üniversitenin tasarrufun ise el konuldu.
-YöK’ün aldığı “4 yanlış 1 doğruyu götürür” kararının son derece olumsuz sonuçları ortaya çıktı. öğrenci kaybını önlemek adına sorular basit ve vasıfsız hale getirildi. Hatta çoğu sınavda tekrar sorular soruldu.
2-İç sorunlar;
-Uzaktan eğitim konusunda yıllarca ilk ve tek olmak rehavete neden oldu. İşler iyi gidiyorken swot analizleri ya yapılmadı ya da iyi yapılamadı. Alternatif planlar düşünülmedi.
-AöF kadroları, nitelikli ve özel donanımlı kişilerden olması gerekirken, Rektörlerin kadro vermek istedikleri akademisyenler için torba kadro merkezi haline getirildi.
-Fakültenin program çeşitliliği gereksiz yere arttırıldı. Bir amfiyi bile doldurmayacak sayıda öğrencinin bulunduğu programlar gereksiz maliyete neden oldu. Bunun yanı sıra bazı yurtdışı büroları da gereksiz yere açıldı. Bu iki hususta atılan taş ürkütülen kurbağaya değmedi.
HHH

Tüm bu aktardıklarımızı sıralayan dostumuz, AöF’nin geldiği noktanın yine de umutsuzluğa neden olmaması gerektiğini söylüyor mailinde…
-“Yine de enseyi çok karartmamak lazım” diyor.
Ancak…
Toparlanma için, ehil bir ekibin işbaşına gelmesi gerektiğinin de altını önemle çiziyor…
HHH
Sonuç olarak…
Dün de söyledik, bugün de tekrarlayalım.
Eğer AöF o eski konumuna getirilmezse, yılların çabası gerçekten heba olacak…
Ve bu durumun ne Anadolu üniversitesine, ne Eskişehir’e ne de Eskişehir’de yaşayanlara hiçbir faydası olmayacak!


.....


Cindoruk’a stüdyo’da pasta sürprizi…


Hüsamettin Cindoruk,  önceki gece Tele 1 televizyonunda bir programa konuk oluyor.
Program sonunda stüdyo’ya üzerinde mumlar yanan bir pasta geliyor ve Cindoruk’un önüne konuluyor.
Programın yapımcısı Namık Koçak, izleyicilere dönüp, Hüsamettin Cindoruk’un doğum günü olduğunu söyledikten sonra;
-“Efendim bir dostunuz bu pastayı göndermiş. Biz de stüdyo’da ve izleyicilerin huzurunda yeni yaşınızı kutlayalım istedik.” Diyor…
Programı yapan Namık Koçak, pastayı stüdyo’ya kimin yolladığını söylemiyor ama Hüsamettin Cindoruk tahmin ediyor…
- “Bu olsa olsa Orhan Kesikoğlu’nun işidir” diyor önce…
Ardından da 87 yaşına girdiğini ama kendisini oldukça genç hissettiğini belirtiyor…
Bu arada…
Cindoruk tahmininde de yanılmıyor…
Pastayı stüdyo’ya, bu tür konularda oldukça incelik ve  hassasiyet sahibi olan Orhan Kesikoğlu’nun  yolladığı çıkıyor ortaya…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ) Arşivi