Anlam yaratmaktan tüketmeye…

Değişim, mevsimler gibi her alanda hayatın vazgeçilmezi… Her mevsimin insan duygularını etkileyen özellikleri var. Bu etkilerin bir kısmı insanın bedensel özelliklerinden, kimileri ise sosyal ve kültürel ortamdan kaynaklanıyor. Mevsimlerle anılan duygusal kavramların başında ise aşk gelir. İlkbahar, doğanın canlanmasına bağlı olarak insan duygularının da filizlenip canlandığı bir dönem olarak kabul edilir. Yaz ayları aşkın sıcaklığı ve yakıcılığı ile eşlenir. Bu benzetmelerde haklılık payı olmakla birlikte aşkı bir mevsime bağlamak da ona haksızlık olur. Aşkın belki de en önemli özelliği zamandan, mekândan ve koşullardan bağımsız olarak doğup büyüyebilmesidir. Belki de bu nedenle bir İtalyan atasözü, “Aşk, ülkesini kanunsuz idare eder” der.

Yaşanan çağın özellikleri pek çok kavram ve kurumla birlikte duyguları da etkiliyor. Pek çok kavram gibi aşkın tanımı da zamana bağlı olarak değişiyor. Örneğin günümüzde aşk sıklıkla maddi temelli beğeni üzerine kurgulanıyor. Geçmişte aşkı sevginin tutkulu formu olarak nitelerken bugün aşkın yerini büyük bir hızla beğeni almaya başladı.

İltifatlar, hediyeler veya nezaket diyebileceğimiz kimi davranışlar beğeni ile aşkı karıştırmamıza neden oluyor. İçimizdeki sevgi boşluğu ve ihtiyacı da yanlış isimlendirmelere katkı yapabiliyor. Kimi zaman ise görsel çekim veya bedensel uyumluluk veya karşımızdaki kişiyi yüceltme, duygularımızın aşk olduğunu düşünmemiz sonucunu doğurabiliyor. Tüketim çağında aşkı da tüketilmesi gereken bir emtiaya çeviren yanlış algılar bu tür noktalardan kaynaklanıyor.

Maddi aşkla cinselliğin sıkı bir ilintisi var. Özellikle değişik nedenlerle cinselliğin sosyal baskı gördüğü bazı toplumlarda şehvetin aşk sanılmasını olağan karşılamak gerekir. Duygusal ve cinsel konuların iletişimini doğru kavrayıp yönetemeyen toplumlarda aşk ile cinselliğin birbiri yerine konması sıkça görülen bir durum…

Geleneksel dönemde duygusal ve cinsel kültür alışverişi büyük ölçüde aile içinde yapılırdı. Erkek çocukların öğretmenleri genelde büyük erkekler, kızlarınki ise annelerdi. Bu durum, olumsuzluklar taşısa da; homojen ve tutarlılığı olan bir karşı cinsle ilişki ve iletişim kültürü ortamı oluşturmaktaydı. Son yıllarda tüketim toplumu anlayışının gelişmesi ve buna medyanın etkilerinin eklenmesiyle bu modelde ciddi zedelenmeler oldu. Ailenin yerini büyük ölçüde başka yanlış ve eksik bilgi veren yeni ortamlar aldı.

Bu arada erotizm ve pornografi, hızla aşkın ve cinselliğin ülkesini fethetti. Tüketim toplumunun abartılı cinsellik modeli, çok kısa süre içinde geleneksel kültürün karşısında yerini aldı. Aynen fast-food türünde bir gıda maddesini tüketir gibi, duygusal ihtiyaçları karşılamak için aşk kullanılır oldu. Sonuçta aşk da bir ihtiyacı karşılayan tüketim maddesi haline dönüştü. Aşka bir tüketim malı rolü vermeye devam ettiğimiz sürece bu çağda sonsuz aşk bir hayal olmayı sürdürecek.

İnsanın zihninde sorular soruları kovalıyor: “Aşk nedir? Sonsuz aşk var mıdır? Yaşadığım ilişki bir aşk mıdır? İmkânsız görünümlü aşkı kovalamak gerekir mi?” İnsan, yıllardır ve bitmeyen bir şekilde bu soruları kendisine soruyor. Bir ilişkinin aşk olup olmadığını sınayacak bir sınama yöntemi ya da aracı henüz icat edilmedi. Muhtemelen aşk denen olgunun bedensel görünümlerini ölçen yeni cihazlar olacak. Ama bunların ölçtüklerinin aşkın görünümleri olmanın ötesinde bir değeri olmayacak.

Duygusal ilişkiler ve özel olarak aşk, çoğu zaman iyi şans diyebileceğimiz heyecan verici tesadüflerle başlıyor. Yoğunluk artırarak yoluna devam edebilenleri var. Günün ilk ışıkları ile doğan kimi aşklar ise güneşini ferini kaybetmesi ile sona erebiliyor. Aşkı eninde sonunda tüketilecek, günün akşam oluşuna benzer biçimde silinip gidecek bir süreç gibi kavrayanların sayısı hiç az değil. İmkânsız olanlar da dâhil, her zaman ruhlarında aşka yer açıp sonsuz aşka inananlar var olmaya devam edecek. Aşkın yeri yurdu gibi mevsimi de yok.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi