Seda Kağıtcı

Seda Kağıtcı

Orta direğin direği kırıldı

Bugünkü yazıma eski bir Türk filmi ile başlamak istiyorum. Orta direk Şaban. Rahmetli Kemal Sunal’ın en meşhur filmlerinden biri. Eskinin ne zengin ne fakir, kendi kendini idare ettiren orta sınıf vatandaşlarını anlatan, hem üzen, hem düşündüren, hem güldüren, aynı zamandada halkın yaşadığı hayat mücadelesini tüm gerçekliği ile gözler önüne seren komedi ile harmanlanmış bu filmde
biraz hafızanızı zorlarsanız eminim hatırlarsınız filmin en başındaki peynir ve zeytinle ilgili kahvaltı sahnesini. Bir tabakta peynir sadece koklamaya yetiyor, kavonozda ise adeta müzelik gibi duran ve tek kalan bir zeytin… Şaban onu yemeye kıyamıyor, uzaktan izliyor, ekmeğini üzerine banıyor kokusu sinsin diye. Bu film yıllar öncesini anlatıyor. Biz eskiden bu filmi izlerken gülerdik şimdi günümüzde ise gülemiyoruz, ağrımıza gidiyor, çünkü çoğu insan aynı sahneleri belki artık hemen hemen her sabah yaşıyor.

En ucuz peynir zeytin bile artık el yakıyor, biraz iyisini alayım derseniz hakikatli bir rakam tutuyor ve bütçeyi aşarak sizi üzüyor. Bu daha sadece kahvaltı. Öğlen yemeğini simit çayla geçiştireyim derseniz simit artık ekmek fiyatına. Bir simit ise pek karın doyurmuyor, artık lükse giriyor. Evlere et, kıyma artık hiç girmiyor yada hemen bir avuç anca alınabiliyor. Bari yemeğe kokusu çıksın, azcık yemeğin tadı değişsin diye kırk yılda bir alınabiliyor. Eskiden et grubunda en ucuz şey tavuktu şimdi oda pahalandı. İnsanlar ne yiyeceğini şaşırıyor. Her gün kuru, nohut, pilav da yenmez ki…

Çoğu insan pazardan meyve sebze alamıyor, haliyle çoluk çocuk da vitamin alamıyor. Çikolata lüks oldu anne babalar için. Çocuğuna çikolata alamayan babalar var, mahcup, üzgün. Anneler akşam pazarların toplanma saatlerinde yanlarında çocukları bir umutla artıkları, çöpleri karıştırıyor. Görünce bu manzarayı her seferinde inanın gözlerim doluyor. Elden ne mi geliyor? Hiç!..

Artık herşey için çok geç. Hakettik mi böyle yaşamayı, haketmedik. Biz sözümüzü çoktan söyledik, sandıkta da bunu tastikledik. Bu hale gelmeyi biz istedik. Şimdi üzülüyoruz, kahroluyoruz ama söyleyecek sözümüz de, yüzümüz de yok.

Yarınlarımız ümitsizlikle dolu, hayallerimiz artık koca bir çöp. Rahat yaşayamıyoruz. Rahat gezip eğlenemiyoruz. Tatil yapamıyoruz. Aldıklarımızı bile kırk kere düşünüp, tartıp öyle alıyoruz. Bazılarımız borç batağında, saplandıkça daha da dibe saplanıyoruz. Üzgünüm ama gerçek şu ki, batıyoruz, günden güne daha da dibe batıyoruz.

Her düğüne çeyrek altın götüren toplumdan, evine çeyrek karpuz götüren topluma döndük. Meyveyi sebzeyi tane hesabı sayarak alıyoruz. Hayat o kadar pahalı ki yaşamak için adeta direniyoruz sanki survivor da yarışıyoruz. İki ayakkabımız varsa bir üçüncüyü almayı kendimize haram sayıyoruz. Bir kıyafet istiyorsak olanlarla idare edelim diye gönülsüzce erteliyoruz. Beğendiğimiz bir şeyi almak için indirim kovalıyoruz. Dışarda yemek lüks oldu, biz artık kendimizi fakir sayıyoruz, ne mümkün ailece dışarı çıkıp yiyemiyoruz yoksa bir aylık maaşın nerdeyse üçte birini restoranda bırakacağız, biliyoruz. Tiyatroya, sinemaya gidemiyoruz. Sosyalleşemiyoruz. Dışarda arkadaşlarımızla buluşup bir kahve bile içemiyoruz. Kaç kişiyiz şimdi ya hesap bize kitlenirse diye adeta korkuyoruz. Kapadık kendimizi eve, cüzdanlarımız boş, ceplerimiz delik anlayacağınız, daralıyoruz a dostlar, daralıyoruz.

Saçmalıyoruz, şamataya vuruyoruz, ağlanacak halimize gülüyoruz ama aslında korkuyoruz. Ne diyeyim bizi bu duruma getirenler utansın. Yakında galiba çoğumuz tımarhanelik olacağız, geleceğimizden çok endişe duyuyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Seda Kağıtcı Arşivi