1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

Siyasette vites küçültülmez...

Geçtiğimiz günlerde bu sütunlarda yazdık…
-“İl ve İlçe başkanlıkları yapmış isimlerin, görevlerinden istifa ederek belediye meclis üyesi olmak için başvuruda bulunmalarına bir türlü anlam veremiyoruz” diye…
çünkü…
Bu isimlerin,yani  il ve ilçe başkanlarının, meclis grubunun başkanı olarak kalmak dururken, aynı meclis grubunun üyesi olmak istemelerini bir türlü anlamlandıramıyorduk.
Aynı şekilde bu gün…
Partinin belediye Başkan ya da milletvekili aday adaylıklarını yapmış, daha sonra aday yapılıp, partisinin Milletvekili listesinde yer almış isimlerin de meclis üyesi olmak için müracaatta bulunduklarını görüyoruz.
Doğrusunu söylemek gerekirse…
Buna da bir türlü anlam veremiyoruz…
Zira…
Yazılı olmasa da siyaset kurallarından biri de vites küçültmemektir…
Siyasette hedefe en üst görevden başlayıp vites küçülttüğünüzde, o iş, küçümsemek gibi algılanmasın ama mahalle muhtarlığı hatta parti mahalle temsilciliği ve delegeliğine kadar düşer…
O yüzden bu işin doğrusu, partinin belediye başkan ya da milletvekili adaylıklarını yapmış isimlerin daha alt görevlere ancak, partinin ya da birilerinin “Seni bu görevde istiyoruz” demesi, ısrar ve davet etmesiyle aday adayı olmasıdır…
Belediye meclis üyeliği için aday adaylığı başvurusunda bulunan bu söylediğimiz özellikteki kişilere gerçekten “Seni bu görevde istiyoruz” denilmiş, ısrar ve davet gelmişse mesele yok…
“Fedakarlıkta bulunmuş” der geçeriz…

Ancak…
Sözünü ettiğimiz kişilere, böyle bir ısrar ve davette bulunulmamış ve açıklanacak meclis üye listesinde de isimleri yazılmayacaksa, işte o zaman sözünü ettiğimiz bu isimler küçülttükleri vitesle yukarıya değil, aşağıya inmek zorunda kalacaklarını daha iyi anlayacaklardır…


 


.....


 


Kimse korkmasın!
Nice bayramlara…


 


Biz tiyatroculara her zaman sorulan bir soru vardır;
“Nasıl ezberliyorsunuz? Ezberinizi nasıl unutmuyorsunuz?”
Biz de deriz ki onlara, “önemli olan ezberi, lafı hatırlamak değil. Nasılsa bir şekilde hatırlarız. önemli olan ruhunla, hissederek, hayatını koyarak, “mış” gibi yapmadan, gerçekten oynamaktır o gece.”

Bizim için kötü oyun hissedemediğimiz, ruhumuzla oynayamadığımız oyundur.
İşte Cumhuriyet Bayramlarını hatırladığım zaman ilk önce 68 yılı dedemle birlikte Taksim’i hatırlıyorum. Elimde bayramlar, geçit resmi falan. Hayatımda, öğrenciliğimde, 70’li yıllarda her zaman vardı bunlar. üzerinde düşündüğümüz bir şey değildi. Neredeyse donmuş bir ezber gibiydi yani.
Artık hiç mi hiç hissetmeyenler vardı. O öyle duracaktı, hiç değişmeyecekti. Donmuş bir rejim gibi.
Sonra bir şeyler olmaya başladı 90’lardan sonra. 2000’lerde giderek yükseldi.
Tehlikeye düştü hayatımız. İnsanlar bunu konuşmaya başladı. İnsanlar korkmaya başladı.
Korktukça daha derinden hissetmeye başladı. İnsanlar o bayraklara gerçekten sarılmaya başladı. İnsanlar sokaklara, meydanlara doluşmaya başladı.
İşte ben o günden sonra anladım hissederek yaşandığını. Donmuş bir ezber olmaktan çıkmıştı.
Artık Cumhuriyet için korkmaya gerek yoktu. O artık insanların ezberinde değil, kalbinde, ellerindeki bayraklarla yürüdükleri meydanlardaydı.
Bir halk meydanları doldurduğu zaman kendi devrimini kimseye çaldırtmaz.
Ve bu Atatürk’ün armağanı, artık kimsenin çalamayacağı, yok edemeyeceği kadar halkın kalbine yazılmıştır. Kimse korkmasın. Nice bayramlara…
HHH

Bugüne kadar Cumhuriyet bayramlarına ilişkin pek çok insandan pek çok konuşma okuduk, dinledik…
Ancak tiyatro sanatçısı Celal Kadri Kınoğlu’nun Cumhuriyet bayramına ilişkin yukarıdaki sözleri nedense bizi en çok etkileyen sözler oldu.
Belki benzeri duygu ve hisleri yaşadığımız içindir bilinmez ama Kınoğlu’nun Cumhuriyet bayramı öncesi söylediği bu sözleri sizlerle paylaşma gereği duyduk.
Eminim ki pek çoğunuz, Kınoğlu’nun Cumhuriyet Bayramına ilişkin söylediklerini okuduğunuzda, kendi yaşamınızı gözden geçirip, süreç içinde aynı duygu ve hisleri tıpkı onun gibi yaşadığınızı düşüneceksiniz…


 


.....


 


Onlar kim? ben kim?


 


Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı…
çıktığı çankaya’da tam bir devlet adamı örneği veriyor.
Cumhurbaşkanı seçildikten sonra siyasi partilere karşı tam bir tarafsızlık içinde hareket ediyor.
Yıl 1996.
Gazeteci Tufan Türenç kaleme aldığı bir yazıda, Cumhurbaşkanı Demirel’in bir tutumunu eleştirerek daha kararlı davranması gerektiğini ifade etmiş…
Yazının sonunu da “Evet, Cumhurbaşkanı Demirel’in daha kararlı davranması gerekirdi çünkü kendileri Atatürk’ün, İnönü’nün oturduğu koltukta oturuyor. O koltuğun büyük sorumluluğu vardır”
Demirel arıyor gazeteciyi…
Hal hatır sorduktan sonra doğrudan konuya girip: “Yazını okudum. çok güzel yazmışsın. çok beğendim ve çok yararlandım. Eline sağlık” diyor önce.
Ardından: “Herhangi bir şikâyette ve sitemde bulunacak değilim. Ama aklının bir köşesinde kalması için bazı bilgiler vermek istiyorum” diyerek sözlerini şöyle sürdürüyor:
-“önce şunu bil ki ben onların yaptıklarını yapamam, onların verdiği kadar kesin karar veremem. çünkü onlar zafer meydanlarından gelen muzaffer komutanlardır. Onların yaptıklarına ve aldıkları kararlara kimse itiraz etmez. Benim öyle bir ayrıcalığım yok. Ben zafer meydanlarından gelmedim. Ben curcunadan geldim. Ben onlar kadar cesur ve kararlı davranamam. Bu olanaksızdır. Değerlendirmelerini yaparken bu söylediklerimi dikkate alman gerekir. Beni onlarla kıyaslama zira bu iş kıyas götürmez. Onlar kim ben kim”


 


....


 


 


Biraz da
gülmek lazım


 


Bir gün profesörlerin aklına rahatsız edici bir soru takılmış.
-’Eşleriyle olan cinsel hayatları acaba bir zevk mi yoksa angarya mı?’
Düşünmüşler aralarında tartışmışlar ve bir sonuca varamamışlar. İçlerinden biri ’doçentlere danışalım bakalım onlar ne düşünüyor bu konuda’ demiş.
Gitmişler sormuşlar. Doçentler düşünmüş ve ’siz bilirsiniz hocam’ demişler Prof’ lara.
Prof’ lar için bu soru karin ağrısı olmuş. Gidip yardımcı doçentlere başvurmuşlar, onlar da bir süre düşünüp ’siz daha iyi bilirsiniz’ hocam demişler.
Prof’lar bir cevap bulamamanın sıkıntısı içinde bir de asistanlara soralım demişler. Neyse SIKILA SIKILA sormuşlar.
-’Sizce bizim eşlerimizle olan cinsel hayatımız bir zevk midir yoksa angarya mı?’
Asistanlar hep bir ağızdan ’ZEVK’ diye bağırmışlar.
Prof’lar sasırmış bu çabuk ve net cevaba.
Merak etmişler, ’Neden?’ diye sormuşlar asistanlara.
-’Neden bu kadar emin ve çabuk cevap verebildiniz?’
Asistanlar cevap vermiş:
-’Angarya olsaydı bize yaptırırdınız’

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ) Arşivi