1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

AK Parti'nin içine CHP mi kaçtı?

AK Parti’de kavga gizliden gizliye olur, dışarıya yansımazdı.
“Kol kırılır yen içinde kalır” misali…
Herkes herkese söyleyeceği lafı içinde tutar, yutkunurdu.
Bu biraz da partideki tek adamlıktan ve biatten kaynaklanan bir durumdu.
Buna karşın…
CHP’de kavga olabildiğince fazla ve olabildiğince aleni olurdu.
Kimse kimseye söyleyeceği lafı esirgemez, herkesin içinde ve kamuoyunun önünde söylerdi…
Zira, partide tek adamlık ve biat geleneği yoktu…
Eskişehir’de, özellikle 24 Haziran seçimlerinden sonra yaşananlara bakıyoruz…
AK Parti içinde müthiş kavga var…
Milletvekilleri birbirleriyle, yönetimler birbirleriyle, kısacası herkes birbiriyle aleni kavga halinde Eskişehir AK Parti’de.
En son milletvekili Emine Nur Günay’ın, partisinin il yönetimi ve Seçim Koordinasyon Merkezini suçlayan açıklamalarına eski il başkanı Dündar ünlü’nün verdiği zehir zemberek cevap, parti içindeki kavgalara bir yenisinin daha eklendiği ortaya koydu.
Kısacağı AK parti’de kırılan kollar ve yenler ortalarda gezer oldu.

Buna karşılık…
CHP’de ise tek adam halleri hasıl olmaya başladı…
Sonuç olarak
Eskişehir’de AK parti CHP’ye, CHP AK Parti’ye dönüştü…
Nasıl oldu bu iş bilemiyoruz ama Eskişehir’de AK Parti’nin içine CHP, CHP’nin içine ise AK Parti kaçtı galiba…


.....


 


Yanına alamadığın insanı
 karşına almayacaksın…


AK Parti Milletvekili Emine Nur Günay’ın, eski il başkanı Dündar ünlü ve yönetimini hedef alması bana göre yanlış…
Zira…
İl başkanı olmasa da Dündar ünlü parti içinde önemli bir potansiyele sahip bir isim…
Eski siyasetçiler “yanına alamadığın insanı karşına da almayacaksınız” sözünü çok kullanır…
Milletvekili Günay burada tam tersini yaptı bana göre…
Hiç sırası ve yeri değilken ve durup dururken, sarf ettiği sözlerle Dündar ünlü ve yönetimini aleni bir şekilde karşısına aldı…
Hiç yoktan, parti içinde kendisine zorlu bir cephe daha açtı…
Arkada, bir sözünüzle harekete geçirebileceğiniz, “öl” dediğinizde ölecek, ağzınızdan çıkan lafa bakacak bir ordunuz ve destekleyenleriniz varsa, cephe açmak ve savaşmak sıkıntı yaratmaz…
Vurur-kırar, yakıp yıkarsınız…
Fakat yukarıda saydıklarımız yoksa elinizde, açtığınız cephe yüzünden yaşanacak sıkıntı büyük olur…
öyle ya…
Sonuçta, savaş da siyaset de insanla yapılıyor…


.....


 


Bu da bir tespit işte!


Siyaseti bilen insanın hedefi olur…
Fakat…
Siyaseti bilen insan aynı zamanda hedefini belli etmeyen insandır…
Akıllı siyasetçi “Ben şuraya talibim” asla demez.
Bütün çabası, hedefindeki koltuğun kendisine teklif edilmesinin şartlarını oluşturmaktır…
çünkü…
Siyaseti bilen insan bir göreve talip olduğunu açık açık ortaya koyduğunda, kendisine engel olmak isteyenlerin mutlaka çıkacağını, bunların bir araya gelmesiyle, karşısında yeni bir olmuşumun ister istemez mimarlığını yapacağını ve bu oluşumun da hedefine ulaşmada kendisine engel çıkartacağını hesap eder.
Durup dururken kendisine bir cephe açmayı da istemez anlayacağınız.
O yüzden…
Hedefini açık etmeyen ama partide ve kamuoyunda ismini muhtemel ve potansiyel adaylar arasında sürekli geçirebilmeyi başarabilen siyasetçiler, aslında iyi siyasetçilerdir…
Teklif daha çok bu siyasetçilere götürülür.
Görev daha çok bu tip siyasetçilere verilir.
Bu tespiti o, bu, şu için yapmış değiliz.
Sadece siyasette işin mantığının bu yönde işlediğini ortaya koymak için yapıyoruz…
Zira…
Bugüne kadar bu söylediklerimizin siyasetteki örneklerine çok defa şahit olduk.
Sonuç olarak diyoruz ki:
Siyasette hedef açıklamak, zor ve meşakkatli, aynı zamanda sonucu genelde hayal kırıklığı ile biten bir yoldur…
Hedef ilan etmeden alternatifsiz olmanın ortamını sağlayabilmek ise hem daha az çaba gerektiren hem de başarılı sonuçları tescil edilmiş bir yoldur…
Şu da bir gerçektir ki:
Siyasetçi hedefini açıkladığı andan itibaren genelde olumsuz ve eksik yönleriyle sorgulanmaya başlar…


.....


 


Kahve öğütücüsünün…


Eskiden kahveler, mahallelerde bulunan taştan yapılmış büyük havanlarda dövülüp, öğütülürmüş.
Burada kahve övütme işini kahve dövücüler yaparmış.
Yine bir gün kahve dövücüler, ağır tokmakları havandaki kahve tanelerine indirip kaldırırken işsiz bir delikanlı karşılarına geçip onları izlemeye koyulmuş.
Kahve dövücüler, tanelere tokmakları indirdikçe “hınk” diye ses çıkarıyormuş.
Delikanlı da geçmiş havanın başına, dövücüler ne zaman tokmağı indirse “Hınk” demeye başlamış.
Kahvenin öğütülmesi bitince kahvesi öğütülen müşteri parasını vermiş gitmiş.
Delikanlı kahve dövücüsünün yanına sokularak “Abi benim hakkımı vermedin” demiş.
Kahveci şaşırmış: “Ne hakkı yahu?”
Delikanlı: “Ne hakkı olacak abi, sabahtan beri tokmağı her indirdiğinde “Hınk” diyerek sana güç veriyorum, işini kolaylaştırıyorum, emeğimin karşılığını ver!”
İşte o günden bu yana, birinin yaptığı bir işi dalkavukluk ederek destekleyen, aslında hiçbir iş yapmayan kişiler için kullanılmaya başlanmış bu deyim.
Şu sıralar bu deyimi haklı çıkartacak sayısız olayla karşılaşıyoruz.
özellikle de siyasette…
özellikle de, hem iktidar partisi hem de belediyelerin çevresinde.
İktidarın ve belediyelerin yaptığı her işi, işin doğru ya da yanlış olduğuna bile bakmaksızın sırf “dalkavukluk” olsun diye destekleyen, hiçbir iş yapmayıp, yapmaya da niyeti olmayan, fakat yaptığı dalkavukluk karşılığında bir çıkar elde etmeyi bekleyen çok sayıda insan var.
Yani…
Bir anlamda “Kahve dövücüsünün hınk deyicileri” var.
İktidar partisini yönetenlerin de belediye başkanlarının da  önce bu çevresini saran dalkavuklardan kurtulması gerekiyor.
çünkü…
Bu dalkavuklar, işi yapandan daha çok iş yaptığını, gücü elinde bulunandan daha çok o gücü kullandığını her fırsatta ortaya koyuyor.
Hem de dalkavukluk haricinde  hiçbir iş yapmamasına rağmen.


......


 


Biraz da
gülmek lazım


Zengin ve ikram seven ağanın konağına bayramda önce bir molla gelmiş, peşinden de Bektaşi... Ağa ikisini de ağırladıktan sonra ocak başında kahvelerini içerken mollaya sormuş:
- Tütün içer misiniz?
- Estağfurullah, mekruhtur!
- Ya içki?
- Aman efendim haramdır, hiç olur mu?
- Ya kadınlarla ilişkiniz?
- Hiç olur mu, biz harama uçkur çözmeyiz!
- Saz, çalgı, musiki?
- Tövbe tövbe! Bunları, bana sorarak günaha giriyorsunuz.
Ağa, Bektaşi'ye dönmüş, aynı soruları ona da sormuş, Bektaşi her soruya;
- Eyvallah imanım, emrin olur! diye cevap vermiş...
Yemek bitmiş, misafirler yola çıkarlarken ağa onlara diş kirası vermiş. Mollaya bir altın, Bektaşi'ye de elli altın. Bunun üzerine Molla itiraz etmiş:
- Böyle bir kâfir adama elli altın, bana bir altın veriyorsun.Sana yakıştı mı bu ağam?
Ağa gülmüş;
- Onun masrafı ağır be Molla!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ) Arşivi