1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ)

Büyükerşen için "bane ne?"si, izahı, kaçışı, kurtuluşu, olmayacak bir söz bu....

-DSP zamanında bütün listelerin belirlenmesi konusunda, il genel meclisi dahil rahmetli Bülent Ecevit bana yetki veriyordu, yapıyordum. Ama son iki genel seçimde, yani CHP’de  Odunpazarı ve Tepebaşı belediye başkanı arkadaşlarımla birlikte, onların görüşleriyle meclis üyelerinin listeleri hazırlanmıştır.

-Kendi meclislerinde kimleri görmek istiyorlarsa listeye girmiştir. Hatta yer değişikliği yapmışlardır. Bende kendi görüşümü belirtmişimdir.
-Bunu bir kere kafanıza adam akıllı kazıyın, yazın. Artık böyle kulaktan dolma Hoca yapıyor, Hoca ediyor... Hoca kadar taş düşsün birader... Belli tarafların borazanlığını yapmaya kimsenin hakkı yok. Benim yazılı bir liste yapıp genel merkeze göndermem mümkün değil. Böyle bir şey yok.

-Parti içinde yalnız seçimden seçime orta yere çıkanlar, yıllardan beri aday olamadıkları zaman kıyameti koparanlar hep Hoca Hoca... Hoca kadar taş düşsün başlarınıza birader...
Yukarıdaki sözlerin sahibinin kim olduğunu çıkardınız sanırım.
Bu sözler, Yılmaz Büyükerşen’in son iki seçimle ilgili olarak çeşitli vesilelerle söylemiş olduğu sözlerdir.
Büyükerşen ne zaman kendisine yönelik  “CHP Eskişehir’de Yılmaz Büyükerşen’den sorulur. Partide meclis üyeleri listelerini de yönetimleri de hoca belirler.” Şeklinde bir eleştiri yapılsa, buna tepki gösterir ve yukarıdaki sözlerle kendisini savunurdu.
Haklıydı-haksızdı meselesine girmeyeceğiz ama bu yönde yapılan her eleştirilere cevap olarak ısrarla, CHP’nin Eskişehir’deki belediye başkan adayları, meclis üyeleri ve yönetimlerinin kendisi tarafından belirlenmediğini söyleyip:
-“Benim sadece görüşüm istendi” derdi…
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçtiğimiz ay Eskişehir’e geldiğinde “Hocam Eskişehir size emanet” sözü, Büyükerşen’in bundan böyle bu tür sözleri sarf edemeyeceğini gösteriyor.
Zira…
Kılıçdaroğlu’nun “Hocam Eskişehir size emanet” sözü öylesine kesin ve bağlayıcı bir söz ki, meseleyi bundan böyle yapmasa da “yaptı”, belirlemese de “belirledi” ye götürecek kadar keskin bir söz…
Dahası…
Büyükerşen açısından “bane ne?”si, izahı, kaçışı, kurtuluşu, sıyrılışı olmayacak bir söz bu Kılıçdaroğlu’nun Büyükerşen’in kucağına atmış olduğu emanet!


.....


 


Sanayi-Ticaret falan  işbirlikleri tamam da…


80’li yılların ortalarında başladık gazetecilik mesleğine…
Sırtımızda çantamız, omzumuzda fotoğraf makinesi ve elimizde not defteriyle başladık koşturmaya.
Gazetenin en toy muhabiriyken, gece gündüz demeden haberden habere gönderildik.
Haber için en çok görevlendirildiğimiz yerlerin başında Anadolu üniversitesi geliyordu.
Zira…
O yıllarda şehir dinamiğinin en fazla görüldüğü yerdi Anadolu üniversitesi…
Hemen her gün bir bilimsel, kültürel, satansal toplantı mutlaka olurdu kampus içinde.
Hemen her hafta ülkenin yakından tanıdığı ünlü bir isim konuk olurdu mutlaka.
Vehbi Koç ve Sakıp Sabancı gibi sanayicileri ilk kez Anadolu üniversitesi’nde görmüştüm örneğin…
Türkan Şoray ve Ayla Algan gibi sanatçıları da ilk kez haber yapmak için gittiğim Anadolu üniversitesi’nde görüp konuşmuştum…
Kenan Evren, Turgut özal, Erdal İnönü gibi siyasetçileri de ilk kez gördüğüm yer üniversite kampusu içinde yapılan ya bir etkinlik ya da bir temel atma töreni vesilesiyle olmuştu.
Film gösterileri, tiyatrolar, sergi açılışları adeta birbirini izlerdi.
Bu etkinliklerin tamamına da şehrin halkından ciddi bir katılım olurdu.
Kısacası…
Anadolu üniversitesi’nin Yunus Emre Kampusunün o yokuşunu, neredeyse o dönemin o üniversitede öğrenimi gören öğrencileri kadar çıkmışlığım oluyordu…
İşin ilginç tarafı…
Buna rağmen o yıllarda, Eskişehir’de en çok konuşulan ve en çok yakınılan konu üniversite-Şehir işbirliğinin bir türlü yapılamamış olması görüşüydü.
Şehrin çeşitli dinamikleri, tüm bu anlattıklarımıza rağmen üniversite ile şehrin birbirinden uzak olduğunu, daha çok yakınlaşması gerektiğini, şehir halkının kampusten ve kampusdeki etkinliklerden daha çok faydalanması gerektiğini belirtiyorlardı.
Aradan yıllar ama yıllar geçti.
Bugüne gelindiğinde şehirdeki üniversite sayısı arttı.
Belki eskiden olduğu gibi bugün de her üniversitemizde birçok etkinlikler yapılıyor, önemli isimler kampuslerde ağırlanıyor.
Ancak, şehirde yaşayanların bundan ne haberleri oluyor ne de bunun için herhangi bir çaba harcanıyor…
üniversiteler kendi içlerinde deyim yerinde ise kendileri çalıp kendileri oynuyor…
Anlayacağınız…
üniversiteler ile şehir birbirinden koptukça kopmaya devam ediyor.
Bu iyi, hoş, güzel bir durum değil…
üniversite-Sanayi, üniversite-Ticaret, üniversite-Ekonomi işbirlikleri iyi, hoş,  güzel de…
Galiba önce üniversite ile şehirde yaşayanları buluşturup birleştirecek, üniversite-Şehir işbirliğini sağlamak gerekiyor galiba…


.....


Buna kendi kendini gaza getirmek derin…


Adam partisinin belediye başkan adayı olmak istiyor.
Kimden aldıysa aklı, sosyal medya üzerinde “kimi aday görmek istersiniz?” anketleri başlatıyor…
Anketi başlatmaya karar verdiğinde, bu anketlere katılacak ve kendi ismini yazacak olanları da belirlediği için, söz konusu sosyal medya anketlerinde kendi ismi yazılmaya başlanıyor.
Kendi organize ettiği ankette kendi ismi çok çıktığı için gaza geliyor iyi mi?
Adeta anketi kendisinin yaptırdığını unutup, “Galiba bu iş oluyor” demeye başlıyor…
Kısacası…
Kendi anketinin resen gazına geliyor…
İşin kötü tarafı…
Kendi sosyal medya anketinde açık ara önde çıkan adamın, partinin yaptırdığı ankette esemesi bile okunmuyor.


.....


Biraz da gülmek lazım


Kadın; işadamı kocasının, ülkedeki ekonomik krizin nabzını yoklamak amaçlı gezisini fırsat bilir ve eski dostunu eve alır..
Olacak ya!Koca, beklenen süreden önce iş gezisi bittiği için soluğu evde almıştır. öyle ki, kadın arkadaşını anca sokabilir yatak odasındaki gardıroba. Kendi de hemen, yatağın içine uzanır. Kocası yatak odasına girdiğinde:
- Ah canım! Sakın yakma lambayı! Başım öyle çok ağrıyor ki, başımı yorganın altına soktum; tahammülüm yok ışığa da, aydınlığa da...
Koca:
- Ah Ah canımın içi! Şimdi geçiririm ben senin baş ağrını. Demesiyle karanlıkta soyunur, dökünür. Tam yatağa girerken, gardıroptakini evden nasıl çıkaracağını düşünen kadın, başlar sızlanmaya:
- Ah başım... çatlıyor başım... Yok, hayır, dayanamayacağım; korkunç ağrıyor başım. Kocacığım ne olur, hiç değilse, açık bir eczaneden aspirin alır mısın?
Karanlıkta soyunup dökünmüş koca;
- Gayet tabii karıcığım, gayet tabii…
Elektriği yakmadan karanlıkta el yordamıyla giyinen koca apartmandan dışarı çıkar, karşıdaki tanıdık eczanenin nöbetçi olduğunu görünce de çok sevinir. Hemen koşar eczaneye:
- Aspirin istiyorum,
Eczacı:
- Tamam, bir dakika..
Eczacı, raftaki aspirini almaya uzanırken birden geri döner ve adama:
- Ne oldu size böyle? üstünüzdeki itfaiyeci üniforması da ne? Yoksa mesleğini mi değiştirdin?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1-Murat TAŞKIN (BİZDEN SÖYLEMESİ) Arşivi